hastalıkların tanısı tedbir ve çözümleri - kanser
   
 
  Ana Sayfa
  İletişim
  Gazete
  ağrılar
  alerji
  Alternatif TIP
  anatomi
  anne ve çocuk
  aromaterapi
  besinler
  beslenme ve diyet
  cerrahi
  çocuk sağlığı
  dahiliye
  deri hastalıkları
  diş sağlığı
  diyabet
  diyet
  diyet yemekleri
  egzersiz
  göz sağlığı
  kalp sağlığı
  kanser
  nöroloji
  ortapedi
  psikiyatri
  şifalı bitkiler
  Forum

Yutma Güçlüğü Disfaji Yemek Borusu Hastalıkları Tümörleri Kanserleri

Pazar, 04 Kasım 2007

Yutma güçlüğüne (Disfaji) özellikle yaşlılarda olmak üzere tüm yaş gruplarında yaygın olarak rastlanır. Disfaji terimi yemeklerin ve sıvıların ağızdan mideye geçmesi sırasında zorluk hissetmeyi ifade eder. Bu duruma çoğu tehlikeli olmayan ve geçici olan birçok faktör neden olabilir. Yutma güçlüğü nadiren tümör veya ilerleyici nörolojik hastalık gibi daha önemli patolojiye işaret eder. Kısa bir süre içerisinde yutma güçlüğü kendiliğinden iyileşmez ise kulak burun boğaz uzmanı tarafından değerlendirilmelidir.

Nasıl Yutarız?

İnsanlar katı yiyecekleri yemek sıvıları içmek ve vücudun ürettiği tükürük ve mukusu yutmak için günde yüzlerce kez yutma işlevini gerçekleştirirler. Yutma işlevinin dört fazı vardır:

1) Birinci faz yiyecek ve içeceklerin çiğnenerek yutmaya hazır hale getirildiği dönem.

2) Ağız fazı boyunca, dil yiyecek ve içecekleri ağızın arka bölümüne iterek yutma yanıtını başlatır.

3) Yutak fazında yiyecek ve içecekler hızlıca yutaktan yemek borusuna geçer.

4) Son faz olan yemek borusu fazında yiyecek ve içecekler yemek borusundan mideye geçer.

Birinci ve ikinci fazlar istemli kontrol altında oluşurken,üçüncü ve dördüncü fazlar kendiliğinden oluşur.

Yutma Hastalıklarının Nedenleri Nelerdir?

Yutma işlevi sırasındaki herhangi bir kesinti yutma güçlüğüne neden olabilir. Yutma güçlüğü sağlıksız dişler, uygun olmayan takma dişler veya soğuk algınlığı gibi basit nedenlere bağlı olabilir. Yutma güçlüğünün en yaygın nedenlerinden biri mideden yemek borusuna geri kaçıştır. Bu durum mide asitinin yemek borusundan yutağa doğru yukarı hareketinin sonucu oluşur. Diğer nedenler arasında felç, ilerleyici nörolojik hastalık, trakeostomi tüpü varlığı, hareketsiz ses teli, ağız, gırtlak veya yemek borusu tümörü ile baş boyun bölgesine uygulanan cerrahi operasyonlar sayılabilir.

Yutma Hastalıklarını Kim Değerlendirir ve Tedavi Eder?

Yutma güçlüğü inatçı ise ve nedeni bilinmiyor ise bir kulak burun boğaz uzmanı, söz konusu hastanın hikayesini ele alarak muayenesini yapacaktır.

Bu muayene, aynalar veya özel optik sistemle görüntüleme sağlayan endoskoplar kullanarak dilin arka bölümünün, boğaz ve larenksin incelenmesi yoluyla yapılır. Eğer gerekli ise yemek borusu, mide ve oniki parmak bağırsağı incelemesi, kulak burun boğaz uzmanı veya mide ve barsak hastalıkları uzmanı tarafından yapılır.

Bunun sonucuna göre baryumlu yemek borusu geçiş filmi ile yutma mekanizması fonksiyonlarının değerlendirilmesi gerekebilir.

Eğer özel patolojiler söz konusu ise,üst mide- barsak sistem filmi veya videofloroskopi ile beraber radyologla temasa geçilebilir. Böylece yutmanın her dört fazınında değerlendirmesi yapılır. Değişik kıvamda yiyecek ve içecekler kullanarak ve hastaya değişik pozisyonlar verdirerek, yutma yeteneğini değerlendirilebilir. Eğer yutma güçlüğü felç veya ilerleyici nörolojik hastalıklara bağlı ise nörolog tarafından değerlendirilmelidir.

Semptomlar

Yutma güçlüğünün semptomları şunlardır.

Ağızda tükürük artışı

Yiyecek ve içeceklerin boğaza takılması hissi

Boğaz ve göğüste rahatsızlık hissi( Mideden yemek borusuna kaçış var ise - Reflu)

Boğazda yabancı cisim veya parça hissi

Uzamış veya belirgin yutma güçlüğüne bağlı yetersiz beslenme ve kilo kaybı

Yutma sırasında kolayca geçmeyen yiyecek parçaları sıvı ve tükürüğe ve bunların akciğerlere aspire edilmesine bağlı olarak gelişen öksürük ve boğulma hissi

Mümkün Olan Tedaviler:

Neden belirlenebilmişse, yutma güçlüğü tıbbi tedavi, yutma tedavisi veya cerrahi yöntemlerle tedavi edilebilir.

Bu hastalıkların birçoğu tıbbi tedavi ile tedavi edilebilir. Mide asit salgısını engelleyen ilaçlar kas gevşeticiler ve asit gidericiler var olan ilaçlardan birkaçıdır. Tedavi yutma hastalığının nedenine göre düzenlenir. Mideden yemek borusuna kaçış sıklıkla beslenme ve yaşama alışkanlıklarını değiştirerek tedavi edilebilir. Örneğin :

Hazmı kolay yiyeceklerden oluşan bir diyet ile sık aralıklarla ve az miktarlarda beslenmek

Alkol ve kafeinden uzak durmak

Kilo ve stresi azaltmak

Uyku vaktinden önceki üç saat boyunca yemek yemekten sakınmak

Geceleri yatağın başını yükseltmek.

Eğer bunlar yardımcı olmazsa yemekler arasında ve uyku vaktinden önce asit giderici kullanmak rahatlama sağlayabilir.

Birçok yutma hastalığı yutma tedavisinden yarar görebilir. Yutma kaslarının beraber çalışmasını sağlayan ve yutma refleksinin oluşmasını sağlayan sinirleri uyaran özel egzersizler yaptırılabilir.

Hastalara ayrıca yutma işleminin başarılı şekilde yapılmasına yardımcı olacak vücut ve baş pozisyonlarını öğretebilir.

Yutma güçlüğü olan hastalardan bazıları yetersiz beslenme problemi ile karşılaşırlar. Mesleki terapist beslenme teknikleri hakkında hasta ve ailesine yardımcı olabilir. Bu teknikler hastayı olabildiğince bağımsız kılar. Diyetisyen veya beslenme uzmanı hasta için gerekli olan yiyecek ve içecek miktarını ve ek besinlerin gerekli olup olmadığını belirler.

Cerrahi tedavi belirli bazı problemlerin tedavisinde kullanılır. Darlık veya yapışıklık varlığında söz konusu alanın genişletilmesi gerekli olabilir. Kasların ileri derecede kasılması varlığında ilgili kasların genişletilmesi ve hatta serbestleştirilmesi gerekli olabilir. Bu yöntem kas kesilmesi olarak adlandırılır ve kulak burun boğaz uzmanı tarafından gerçekleştirilir.

Yutma güçlüğünün birçok sebebi vardır. Eğer inatçı bir yutma güçlüğünüz varsa bir Kulak Burun Boğaz uzmanına gitmeniz gerekmektedir.

farenksten mideye kadar uzanan düz ve çizgili kastan oluşan tüp şeklinde bir organdır.Erişkinlerde uzunluğu 25cm-30cm.arasındadır.Endoskopik olarak kesici dişlerden itibaren mide ye kadar 40 cm. olarak kabul edilir.Genişliği ise 20-30mm. Olarak kabul edilir. 3 kısım da değerlendirilir.

1.Boyun

2. Göğüs

3. Karın

Kas yapısı dışta uzunlamasına seyreden tabaka, içte sirküler tabaka dan oluşur. Boyun göğüs kısmında her iki tabaka çizgili adaledir.Alt 1/3 bölümünde her iki tabaka düz adaleden oluşur. Alt özofağus sfınkter bölgesinde sirküler tabakanın yoğunlaştığı kabul edilir.

Görevi ; yutma eyleminin gerçekleşmesini sağlar.Yutma işlevi yemek borusu kas tabakası ile sinir sisteminin uyumlu çalışması ile oluşur.

Yemek borusunda dogal sfinkter bölgeleri bölgeleri vardır. Proksimal girişte ,orta bölgede , alt sfinkter bölgesidir.

Yemek borusunda motor fonksiyonlarda vardır. Bunlar Primer ve sekonder peristaltik dalgalar oluşur. Alt sfinkter bölgesi yutma refleksi sonrasında gevşer.

YEMEK BORUSU HASTALIKLARI

1. Motor Fonksiyon Bozuklukları

2. Organik Hastalıkları

Motor Fonksiyon bozuklukları

Akalazya ; yemek borusunda primer peristaltik dalganın olmayışı , alt sfınter basıncının artması ve yutma refleksine gevşeme ile yanıt verememesidir. Nedeni tam olarak bilinmiyor.Yıllık 100 000 de 1 kişide her yaşta görülebilir.

Hastalar yutma güçlüğü,yediklerinin ağzına gelmesi , kilo kaybı, ağrı gibi yakınmaları vardır.

TANI: Radyoloji Monometrik tetkik Endoskopik tetkik

TEDAVİ : ilaç Dilatasyon Myotomi (Cerrahi )

Yaygın Özofagus Spazmı;Aralıklı göğüs ağrısı,yutma güçlüğü gibi semptomlara rağmen organik lezyon olmaması ile karakterizedir.Daha çok 50 yaşından sonra ortaya çıkar ancak seyrek görülen bir hastalıktır .

Nedeni tam olarak bilinmiyor.

TEDAVİ :

Bazı ilaçlar semptomatik iyileşme sağlayabilir.

İkincil Motor Fonksiyon Bozuklukları

Yaygın sistemik hastalıkların bir çoğunda ikincil motor fonksiyon bozuklukları görülür. Bunların başlıcaları ;

Sistemik sklerozis

Kollagen hastalıklar Kas hastalıkları Merkezi sinir sistemi hastalıkları Periferik nöropati

Organik Özofagus Hastalıları

Reflü Özofajitis

Mide suyunun sıklıkla yemek borusu alt bölgesine geri dönmesi ve mukoza ile teması bu bölgede inflamasyona neden olur. Yutma güçlüğü ,ağrı ,hatta kanama ve darlığa neden olabilir.Alt sfinkter yetersizliği ve hiatal hernia gibi durumlarda mide suyu günde birkaç kez yemek borusuna dönebilir.

Özetle ;

Daha sık reflü olur Fazla miktarda reflü olur Özofagus boşalması gecikir Daha fazla irritan sıvı gelir Mukoza savunması azalır

Hiatal Hernia ;

Mide fundus ve korpusunun kısmen yemek borusu içine doğru dönmesidir.Ancak her zaman reflü ozofajit nedeni olmaz.

Semptomlar ;

Yanma Ağrı Regürjitasyon Kusma Sternum arkasında yanma tarzında şikayetler Yutma güçlüğü Kanama Solunum sistemi bulguları (kronik bronşit,tekrarlayan pnömoni,astma)

TANI:

Hasta da yukardaki semtomların varlığı Baryumlu özofagus grafisi Üst sindirim sistemi endoskopisi tercihan kullanılır, sadece özofajit değil peptik ülser ,kanser gibi bulguların varlığı araştırılabilir.Ayrıca biyopsi alınarak inflamasyonun özellikleri ortaya konur Özofagus perfüzyon testi Özofagus lümen içi Ph tayini Özofagusun radyoizotop çalışması Boya testi Monometrik teslerle tanı konur.

TEDAVİ : Fazla kilolar verilmeli Sigara içilmemeli Yağlı yiyeçekler , çikilota ,kahveden uzak durulmalı, Akşam geç saatlerde yemek yenmemelidir. İlaçlar

Barrett Sendromu;

Barrett özofagusun yassı epitel hücre yapısı ile midenin kolumnar epitelinin kesiştiği bölgenin düzeninin kaybolduğu ve kolumnar mukozanın yassı epitel içine doğru devam ettiği ve bu bölgede peptik ülser geliştiğini göstermiştir. Asid reflüksünün bunun oluşumunda önemli olduğu düşünülmektedir.

Semptomları özofajitlerle aynıdır. Bu tür oluşum olanlarda normal özofaguslulara göre kanser gelişme oranı oldukça fazladır.Bu neden ile Barrett özofagus malign lezyon olarak kabul edilir.

Bu olguların yılda bir endoskopik gözlemi ve biyopsi alınması önerilir.

Özöfagus Darlıkları;

Alkali,asid maddeler;

Yemek borusu duvarında ki patolojik oluşumlar nedeni ile lümenin daralmasıdır.Bu çoğunlukla kronik inflamasyon , ülserasyon ve netbe dokusu gelişmesi ile olur. Kanser de daima hatırlanmalıdır.Bu darlıklar bazen geçici olarak ortaya çıkar radyolojik olarak saptanır ama yutma güçlüğüne neden olmaz.

Sebebler ;

Yaygın kuvvetli alkali ve asid li maddelerin özofagus mukozasına yaptığı hasar , maddenin kuvvetine ve temas süresine göre değişir.Bazen bütün duvarı tutar hatta perforasyona neden olabilir. 3 hafta içinde daralığa kadar giden fibrozis gelişir.

Bir çok ilaç lökal inflamasyona neden olabilir.(Bakır sulfat ,E.Bromide,Potasyum Klorid, Tetrasiklin v.s.)

Gastroözofajiyal Reflü ;

Daha ziyade uzun dönem devam eden reflü ve inflamasyona bağlı fibroz doku artışı ve darlık gelişebilirse de yaşlılarda birden ortaya çıkabilir.

Semptomlar ;

Yemek borusu darlığının yegane semptomu yutma güçlüğüdür. Ktoziv madde içenlerde bulgular erken başlarken , reflü özofajitlerde uzun yıllar sonra gelişir.Yutma güçlüğü katı gıdalarda daha belirgin iken sıvı gıdalar daha kolay yutulur.

Tanı;

Rayoloji , Baryumlu özofagus pasaj grafisi ile darlığın yeri ,darlığın uzunluğu ve yapısı hakkında bilgi alınabilir.

Endoskopi , Yutma güçlüğü olan hastaya mutlaka endoskopik tetkik yapılmalı gözlem sırasında darlık,darlığığn özellikleri, gerekirse biyopsi alınması mümkündür. Endoskopik tetkik ile lezyon saptanmaması yutma güçlüğünün motor fonksiyon la ilgili olduğunu düşündürür.

Tedavi;

Tabletlerle oluşan darlılara bir kez yapılan dilatasyon yeterli olabilir.Kroziv maddelerle oluşanlarda 3 derece ye kadar darlıklar periyodik bujinaj tedavisi gerektirir. Sonuç alınamayan veya daha ileri darlıklarda cerrahi tedavi planlanır.

Peptik Özofajite Bağlı Darlıklar ;

Reflüksün sebep olduğu darlılarda esas tedavi tıbbıdir.Ödem azaltılır,spazm azaltılır ve motor fonksiyonun iyileştirilmesi sağlanabilir.

Bütün bunlara rağmen başa çıkılamazsa devamlı tıbbı tedavi düşünülebilir.Nadiren bujinaj hatta cerrahi girişim gerekebilir.

Özofagus Tümörleri;

Özofagus tümörleri iyi huylu ve kötü huylu olabilir.

İyi huylu tümörler ;

Epitel hücrelerinden menşeini alan tümörler , Mezodermal tümörler, Kistik lezyonlardır.

Epitel hücrelilerden papillom ve adenomlar oldukça seyrektir.Potansiyel malign özellik gösterebilirler.Papillomlar ağızda boğazda üst özofagusta yerleşebilirler.Çoğunlukla semptomsuzdur.

Adenom?lar alt özofagusta oluşur ,inflamasyon içerir saplı veya sapsız olabilir.

Mezodermal orijinli tümörlerin en sık görüleni leimyoma?dır. Alt özofagusda yerleşir büyüklüğüne bağlı olarak darlığı neden olabilir veya kanamaya neden olabilir.

Kist; doğuştan veya sonradan olabilir daralığa neden olabilir.

Radyolojik ve endoskopik yöntemlerle tetkik yapılabilir.endoskopik yöntem ile koterize edilebilir. Buna uygun olmayanlar da cerrahi tedavi uygulanır.

Kötü Huylu Tümörler ;

Yemek borusu tümörleri ya kendi dokusundan orijinini alır veya komşu organ tümörlerinin invazyonu ile oluşur. Primer tümörler başlıca kanserler ve sarkomlardır. 4 çeşit epitelyal tümör gelişir.

1.Yassı epitel hücreli,

2.Adenokanser,

3.Melenokanser,

4. Oatsel hücreli kanserler.

Son üçü sık görülmez. Yassı epitel hücreli ve melenokanser yemek borusunun her hangi bir yerinden orjinini alabilir.

Adenokanser ise çoğunlukla alt özofagustan menşeini alır.(Barrett send.) Yemek borusunda staz oluşturan (Akalazya) , inflamasyona neden olan reflü özofajitis ,hiatal hernia gibi oluşumlar kanserleşme riskini normalden 8 katı kadar arttırabilir.Sıklığı bölgeden bölgeye farklılık gösterir.Beslenme yetersizliği, tütün , nitrozaminler, alkol ,taninli gıdalar, çok sıcak ve baharatlı yiyecekler hazırlayıcı faktörler olabilir.

Özellikle İran ,Çin , Güney Afrika nın bir bölümü ve ülkemizin doğu bölgesinde sık görülür.

Patoloji ; 3 ana morfolojik tipi vardır. 1. polipoid ,2. Ülseröz, 3. Skiröz .

Komşuluk yoluyla kolay yayılır perforasyona ve fistülizasyona neden olabilir.

Klinik ; Yutma güçlüğü başlangıçta katı sonra sıvı gıdalarda belirgindir. Kilo kaybı ; kıs sürede gelişir. Ağrı önceleri yemek yerken sonra ise sürekli olabilir.

Muayene de omuz bölgesi gibi yakın bölgelerde lenf bezleri ,karaciğer büyüklüğü , ses kısıklığı ,horlama gibi bulgular tespit edilebilir.

TANI ;

Radyoloji Endoskopi Endoskopi + Biyopsi Ak Ciğergrafisi Bronkoskopi Bilgi Sayarlı Tomografi Tam kan , KC Fonk. Testler den yararlanılır. Tedavi ve Proğnozu Etkileyen Faktörler; Tümörün üst özofagusa yerleşmesi Tümörün adenokanser yapısında olması 5 cm daha büyük tümör olması Düzensiz ve yaygın olması Uzak yayılmanın varlığı ve hastanın ileri yaşta olması prognozu etkiler.

Tedavi ;

Cerrahi İntubasyon Laser Cerrahi by pass Radyoterapi Özellikle yassı epitel hücreli tümörler için Kemoterapi dir.

Özofagusun Diğer Hastalıkları ;

Divertiküller;

Özofagus webleri

Paterson-Kelly sendromu

Özofajiyal ring Schatki-Kramer

Özofajitler ;

Mantara bağlı özofajitler Viral özofajitler Varicelle,zoster,herpes simplex,cytomegalovirus.

Özofagusta yabancı cisim,

Özofagus perforasyon,

Kimyasal maddeler

Sıvı Alkaliler Sıvı Asidler İlaçlar;

Tetrasiklin , clindamisin, doksicilin,potasyum, ağrı kesici ilaçlar, Sitotoksik İlaçlar Radyasyon özofajitis

Granülomatöz özofajitler;

Crohn Hastalığı Sakoidoz Tüberkülöz Behçet Hastalığı.

Hiatal Hernia (Mide Fıtığı)

En sık görülen hiatal herni sliding tip herni dir ki mide özofagus içine doğru kayar. Diğeri paraözofajiyal tip herni dir daha seyrek rastlanır ancak klinik olarak daha önemlidir.

Diğer herniler ise diafragmanın zayıf noktalarından mide ve bağırsağın göğüs boşluğuna geçmesi şeklindedir.( Bochdalek , Morgagni)

Sliding Hiatal Hernia;

Özofagus,kardia ,mide aksı normal yapıda ancak kardia diafragmanın üzerindedir. Paraözofajiyal tip hernilerde kardia aşagıda kalır,mide fundusu özofagusun yanından yukarı doğru yükselir.

Özofagus içine doğru herniasyon ögürtü ve kusma esnasında geçici olarak oluşur.

Etyoloji; kesin olarak bilinmiyor kardioözofajiyal anatomik yapıda bazı yetersizliklerin olduğu düşünülmektedir.

Klinik ; Hiatal hernili olguların çoğunda semptom yoktur.Hafif semtomlar kolaylıkla kontrol edilir. Bazı olgular da semptomlar yanma , reflü , solunum sistemi bulguları , Yutma güçlüğüdür hatta perforasyon gelişebilir.

Tanı :

Sliding tip herni olanlarda çoğunlukla tanı kolaydır.Klinik olarak şikayetleri olan hastalara rayolojik , endoskopik tetkikler yapılabilir. Özellik ile endoskopi; drekt gözlem gerekirse biyopsi olanağı hatta darlık olanlarda dilatasyon olanağı sağlayabilir.

Asid perfüsyon testi , Özofagusta Ph tayini , Asid clearing test ,özofagusta manometrik çalışma gibi tetkikler yapılabilir.

Tedavi :

Tıbbı Tedavi

Zayıflama Pozisyon ayarlama İlaçlar Sigara içilmemesi Öğünler düzenlenmeli Gevşek giysiler giyilmesi önlemler alınabilir.

Kanser Riskini Artıran Nedenler

Pazar, 04 Kasım 2007

Kanserin biyolojisinin daha iyi anlaşılmaya başlanmasıyla kanserden korunma kavramı da somutlaşıyor. Sigara, tükettiğimiz besinler, tarım ilaçları ve obezite kanserin en önemli çevresel nedenleri arasında sıralanıyor.

Kanserde erken tanıyı sağlayan tarama yöntemleri de korunma kapsamında değerlendiriliyor.

EN ÖNEMLİ RİSK SİGARA

Bugüne kadar yapılan bilimsel çalışmalarda tütün kullanımının kardiyovasküler hastalıklar ve kanser arasındaki ilişkisinin kesin olarak gösterildiğini söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Onkoloji Bölümü?nden Medikal Onkolog Prof. Dr. Haluk Onat, sigara içiminin bütün kanserlerde önemli bir risk faktörü olduğunun altını çiziyor.

Sigaranın akciğer kanserleri başta olmak üzere larenks, orofarenks, özafagus, mesane, pankreas ve meme kanserlerinin oluşumunda çok önemli rol oynadığını ifade eden Prof. Dr. Onat, ?Tütünün içinde bulunan nikotinin yanı sıra nikel, kadmiyum, katran, monoksit, arsenik ve radon gibi çok sayıda kanserojen madde, p53 tümör baskılayıcı geni mutasyona uğratarak, kanserin düğmesine basmaktadır. Sigaradan etkilenmek için mutlaka içmek gerekmiyor. Pasif içiciler de risk altında. Çocuk kanserlerinin en önemli nedeni anne babanın sigara içmesidir. Hatta hamilelikte sigara kullanımı çocuk lösemilerinin en önemli nedenidir? diyor.

YAĞ, TUZ, KIZARTMAYA DİKKAT

Sigaradan sonra kansere neden olan bir diğer risk faktörü ise beslenme. Uzmanlar, beslenme düzenindeki yanlışlıkların, kansere zemin hazırladığını belirtiyorlar. Yediklerimiz, yiyecekleri nasıl tükettiğimiz, hatta nasıl sakladığımız ve pişirdiğimiz bile önemli. Peki yediklerimiz içindeki kanser izleri neler? Bu sorunun yanıtını ASM?den İç Hastalıkları, Onkoloji ve Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Necdet Üskent?ten aldık:

Yağ:

Epidemiyolojik çalışmalar yüksek yağ içerikli beslenme tarzının meme, kolon, prostat ve endometrium kanseri riskini arttırdığını gösteriyor. Bu kanserlerin sıklıkla görüldüğü ABD ve kuzey-batı Avrupa ülkelerinde total kalorinin yüzde 40-50?si yağlardan sağlanırken, bu kanserlerin görülme oranı düşük olduğu ülkelerde günlük kalorinin yüzde 20?sinden daha azı yağlardan sağlanmaktadır. Doymamış yağ asidi içeren kolesterolsüz yağlar seçilmelidir.

Lifli yiyecekler:

Diyette lifli gıdaların artışının safra asitlerini bağlayarak ve butiratları artırarak kolon kanseri ve polip görülme riskini azalttığı kanıtlanmıştır. Yüksek lifli gıdalar aynı zamanda gıdalardaki kadınlık hormonu olan östrojenik ve erkeklik hormonu olan androjenik molekülleri etkisiz hale getirerek meme ve prostat kanserleri için de korucuyu etki yaparlar.

Proteinler:

Uzmanlar, protein ihtiyacını karşılamak için kırmızı et yerine balık, tavuk, hindi etinin tercih edilmesi gerektiğini belirterek; sürekli kırmızı et yiyen kişilerin kanser olma riski, ayda bir kez kırmızı et yiyenlere göre 2.5 kat daha fazla olduğunun altını çiziyorlar.

Tuz:

Tuzun kendisi kanser yapmıyor, ancak mide yüzeyinin yapısını bozarak kanserojen maddelerin etkisine ortam hazırlıyor. Yapılan araştırmalar, dondurarak saklama yönteminin tercih edildiği ülkelerde mide kanseri görülme sıklığının yüzde 64 azaldığını gösteriyor.

Pişirme şekli:

Yine yapılan araştırmalar aşırı karbonhidratlı ve yüksek ısıda pişirilen bisküvi çeşitlerinin özellikle çocuklara yönelik olanlarının, kanser açısından çok daha tehlikeli olabileceğini ortaya koyuyor. Patates kızartmaları, tuzlu krakerler, yüksek ısıda pişmiş bisküviler, katkılı konserveler, yağlı ve iyice pişmiş et içerikli fast food?lar da tehlikeli yiyecekler listesinde yer alıyor.

Küfler:

Gıda küflerine dikkat edilmesi gerekiyor. Küflenmiş gıdalar karaciğer kanserine neden olabiliyor.

Tarım ilaçları: Tarım ilaçlarının özelikle bilinçsiz kullanımı bir çok kanser türü için risk faktörü. Üstelik bu tarım ilaçları sebze meyveleri yıkamakla da çıkmıyor. Kabuklarını ayıklasanız da içine kadar, çekirdeklerine kadar girdiği için büyük bir tehlike. Dünyada kanserin artma nedenlerinin başında tarım ilaçlarının bilinçsiz kullanımı geliyor.

OBEZİTE DE RİSK FAKTÖRÜ?

Fiziksel aktivitenin azalması ve obezite, kanser türlerinin de artışına neden oluyor. Bilimsel çalışmalar meme, endometrium, kolon, özafagus kanseri ve böbrek tümörlerinde obezitenin bir risk faktörü olduğu gösteriyor. Bu risk artışı obeziteye bağlı olarak östrojen artışı ile bağlantılı. Bu nedenle özellikle obezitenin engellenmesi ve fiziksel aktivitenin artırılması kanserin oluşumunun engellenmesinde önemli bir faktör olarak ortaya çıkıyor.

Hormonlar gibi bazı ilaçların kontrolsüz tüketiminin kanser riskini artırdığına dikkat çeken Prof. Dr. Haluk Onat, özellikle menopoz döneminde hormon kullanımında dikkatli olunması gerektiğini belirterek, bazı durumlarda kanser öncesi ilaçlar kullanarak kanserden korunmanın da mümkün olabileceğini belirtiyor. Özellikle tamoksifenle yapılan çalışmalardan söz eden Prof. Dr. Onat, ?ABD?de FDA tarafından onaylanan tek ajan meme kanseri korumasında kullanılan tamoksifendir. Meme kanseri gelişme riski yüksek kişilerde kanser riskini azalttığı görülmüştür. Baş boyun kanserlerinden gırtlak kanseri geçirmiş bir kişinin, hayatını devam ettirirken akciğer kanseri olma ya da baş boyun bölgesinde görülen başka bir kansere yakalanma riski yüksektir.

Bu kişilerde Retinoid dediğimiz ilaçları kullanarak bu riskin önlendiği ispatlanmıştır. Bu ilaçların yan etkileri olduğu için yarar zarar dengesi iyi kurulmalıdır. Bunlara ek olarak vitaminlerin bazılarının alınmasının bilinenin aksine fayda değil zararları bile vardır. Örneğin sigara içen bir kişide A vitamini, karoten gibi maddelerin ilaç olarak alınmasının fayda değil zararları gösterilmiştir. Hiçbir vitamin hapının kansere karşı koruyucu etkisi yoktur? diye konuşuyor.

Prostat Kanserinde Brakiterapi

Pazar, 04 Kasım 2007

Erkeklerde en sık rastlanan kanserlerin başında gelen prostat kanseri özellikle erken teşhis sağlayan bazı kan tetkiklerinin kullanıma girmesinden sonra başarıyla tedavi edilebilmektedir.

Dünya istatistiklerine bakıldığında, her yıl ortalama 180.000 yeni prostat kanseri olgusu teşhis edildiği ve bunlardan her yıl 35.000 tanesinin öldüğü görülmektedir. Bazı hastalarda ise, tümörün doğal seyri farklı olduğundan, kanser dışı bir nedenle hasta kaybedilene kadar, prostat kanseri başarıyla tedavi edilebilmektedir. İlginç bir bulgu da, otopsi sonuçlarına bakarak saptanmıştır : 50 yaşın üzerinde iken herhangi bir nedenle vefat eden erkeklerin prostat bezleri incelendiğinde, bunların %42 ?sinde biopsi bulgusu olarak prostat kanseri görülmektedir.

Bir hastada prostat kanseri teşhis edilebilmesi için, 50 yaşından itibaren mutlaka düzenli aralıklarla, yılda bir kez üroloji uzmanı tarafından muayene ve tetkik edilmesi gereklidir. Çünkü, prostat kanseri herhangi bir şikayet ve belirti verene kadar beklendiğinde, genellikle hastalık ilerlemiş ve radikal olarak tedavi edilemez düzeye gelmiş olacaktır. Her kanserde olduğu gibi prostat kanseri için de ??erken teşhis hayat kurtarır?? diyebiliriz.

Bir prostat kanseri olgusu, erken teşhis edildiğinde, kanser hücre ve dokuları henüz prostat bezi dediğimiz organın sınırları içinde kalmış demektir. Bu safhada yakalanan bir kanserin başarıyla tedavi edilebilmesi için, eğer hastanın yaşı ve genel sağlık durumu uygun ise ya açık ameliyatla prostat bezinin tümünü almak (radikal prostatektomi) ya da şua tedavisi (radyoterapi) seçenekleri mevcuttur. Açık ameliyat, kanserin yok edilmesi açısından etkinliği en yüksek tedavi biçimi olmasına karşılık, ciddi oranda iktidarsızlığa yol açma, bazı hastalarda idrar kaçırma veya idrar yolu darlığı gelişmesi gibi önemli riskler veya yan etkiler taşımaktadır. Vücut dışından şua tedavisi ise, hem 2 ay kadar sürmekte, hem de idrar kesesi ve kalın barsağı da etkileyerek bazı idrar veya dışkılama sorunlarına yol açmaktadır.

İşte prostat kanseri tedavisindeki bütün bu risk ve istenmeyen etkilerin en aza indiği, son zamanların çığır açan gelişmesi ise ?BRAKİTERAPİ? dir. Aslında 20. yüzyılın başlarından itibaren denenmeye başlayan ve zaman zaman terk edilen bu yöntem, teknolojinin de gelişmesiyle son yıllarda adeta yeniden dirilmiş ve şu anda A.B.D ve Avrupa?da gittikçe artan oranda uygulanmaya başlamıştır.

Brakiterapi, kanseri yokedici ışınları veren radyasyon kaynağının direkt olarak kanserli organın içine yerleştirilmesiyle yapılan bir çeşit şua tedavisidir. Prostat brakiterapisinde, adına çekirdek (seed) denilen pirinç tanesine benzer ışın kaynakları, makat bölgesinden sokulan iğneler aracılığıyla prostat bezi içine yerleştirilir. Bu çekirdeklerden yayılan ışınlar (radyasyon), prostat kanser hücrelerini yavaş yavaş öldürerek hastalığı tedavi eder. Çekirdek yerleştirme işlemi, ameliyathane ortamında, genel anestezi altında yapılır ve hasta en çok bir gün sonra taburcu edilir.

Prostat brakiterapisi için prostat bezi içine yerleştirilen çekirdekler, ışınlarını sadece birkaç milimetre uzağa yaydıklarından; idrar torbası, barsaklar, çevre damar ve sinirler gibi komşu organlara herhangi bir zarar vermezler. Ayrıca, açık ameliyatlarda görülen kanama, yara iltihaplanması veya açılması gibi istenmeyen durumlarla karşılaşılmaz. Yalnız bazı hastalarda geçici olarak idrar yapma zorluğu gelişebilir ve bir süre sonda konulabilir.

Prostat kanseri gibi öldürücü olabilen bir hastalıkta, hastaların kabul etmekte zorlandıkları radikal prostatektomi ameliyatı, dışarıdan şua tedavisi veya yumurtaların alınması operasyonu gibi seçenekler yanında ?prostat brakiterapisi? gibi rahat ve kolay tolere edilen bir etkili tedavi yönteminin bulunması gerçekten devrim niteliğinde bir gelişmedir. Ülkemizde henüz emekleme safhasında olan bu metod, bir ekip çalışması biçiminde tarafımızdan yürütülmek üzere hastalarımızın hizmetine sunulmuştur. Artık, prostat kanseri hastalarının en azından önemli bir kısmı, ?kırk katır mı, kırk satır mı?? korkusunu yaşamadan güvenli ve etkin bir tedavi yöntemine teslim olabilecektir.

Prostat bezine sınırlı prostat kanseri olgularında, diğer tedavi seçenekleri kadar etkili olması yanında, uygulama kolaylığı, düşük risk oranı, az sayıda ve düzeltilebilir yan etkilere sahip olması gibi üstün özellikler taşıyan ?brakiterapi? tedavisi, kamuoyunun bilinçlenmesi ve erken teşhis sayesinde ülkemizde de süratle yaygınlaşacak ve hastalarımıza şifa vermeye devam edecektir.

Testis Yumurtalık Kanseri

Pazar, 04 Kasım 2007

Testis tümörleri tedavisi mümkün olan ve yüksek oranda kür elde edilebilen genç ve orta yaşlı erkeklerde daha sık izlenen tümörlerdir. Seminom grubu testis tümörleri radyoterapiye çok duyarlı olup orşiektomi ve ışınlama ile tüm evreler için % 90 nın üstünde kür oranı elde edilir. Non-seminom testis kanserlerinin tedavisinde efektif kemoterapi kombinasyonlarının kullanılmaya başlanmasıyla kür oranı % 40 lardan % 80 lere yükselmiştir.

PATOLOJİ

Testiküler malignitelerin çoğunluğu (%95) germ hücreli tümörlerdir. Germinal hücreli tümnörler seminom ve non-seminom olmak üzre iki ana gruba ayrılırlar. Seminomların klasik, anaplastik ve spermositik sub grupları vardır. Embryonel karsinom, koryokarsinom, yolk salk tümörü, teratomlar ise non-seminomatöz germ hücreli tümörlerin sub gruplarıdır.

KLİNİK GİDİŞ

20-34 yaşları arasında görülme sıklıkları artar. Testiste ağrılı veya ağrısız şişlik en sık izlenen semptomdur. Human koryonik gonodotropin (HCG) salgılayan tümörlerde jinekomasti izlenebilir.Paraortik tutulumda ilk bulgu bel ağrısı olabilir.

İlk yayılımları spermatik ven boyunca renal pedikül ve paraortik bölge lenfatiklerine doğru olur. Paraortik ve vena cava çevresindeki lenfatiklere yayılım çoğu kez retrograttır. Daha sonraki yayılım duktus torasikus yoluyla sol supraklavikuler bölgeye veya transdiyafragmatik lenfatiklere olur. Hematojen metastazlar ise direk vasküler invazyonla en çok akciğer, karaciğer, beyin, ve kemiğe olur. Seminomlar çoğunlukla erken evrede teşhis edilebilirken (% 65?i evre I ve % 25 i evre II) non-seminomlarda daha geç evrelerde tanı koymak mümkün olabilir (% 45 i evre I, % 35 i evre II, ve % 25 i evre III)

TANI ve EVRELEME ÇALIŞMALARI

Tanı histopatolojik olarak konulur. Testiste kitle varlığında değerlendirme için yüksek spermatik kord bağlanması yoluyla yapılan radikal inguinal orşiektomi ilk tercihtir. Transskrotal biyopsi tümörün skrotuma ve lokal lenfatiklere yayılma riski dolayısıyla kullanılmamalıdır. Transskrotal yaklaşımların retrospektif olarak incelenmesi sonucunda yüksek inguinal orşiektomi ile kıyaslandığında küçük ancak istatistiki olarak anlamlı fark bulunmuştur (transkrotal da nüks oranı % 2.9 iken yüksek orşiektomide % 0.4)

Evreleme çalışmasında fizik muayene, akciğer röntgeni, tam kan, rutin biyokimya (özellilke LDH), sedim gibi tetkikler mutlaka istenmelidir. Bipedal lenf anjiografi ve IVP bilgisayarlı abdominopelvik tomografi tetkikinin yoğun şekilde kullanılmasından dolayı artık sık kullanılmamaktadır. AFP (alfa fetoprotein) ve BHCG gibi tümör belirteçleride mutlaka istenmelidir. Seminomlarda % 10 -15oranında BHCG yükselebilir (Sinsidyotrofoblastik hücrelerden salınır). Ancak AFP yüksekliği izlenmez, eğer izleniyorsa bunlar non-seminom tümör gibi tedavi edilmelidir.. Nonseminom tümörlerin yaklaşık % 90 da BHCG ve AFP yükselir. BHCG nin yarı ömrü bir gün iken AFP de bu süre beş güne ulaşır.

Takipte akciğer filmi, AFP, BHCG, LDH, abdominopelvik bilgisayarlı tomogrofi istenmelidir. American Joint Comitee on Cancer (AJCC) nin TNM evrelemesi sıklıkla kullanılır. Bunun yanı sıra Royal Marsden evrelemesi de kullanılan diğer bir sistemdir. Evre I kanser testise sınırlıdır.Skrotum invazyonu evreyi değiştirmez ancak inguinal lenf nodlarına sıçrama riskini yükseltir. Epididim, tunika albuginea, spermatik kord tutulumu da evreyi arttırmaz, ancak retroperitoneal nod tutulumu ve nüks olasılığını arttırır. Evre II?de paraortik ve retroperitenoal lenf nodları tutulmuştur. Beş lenf nodundan fazla tutulum, 2 cm den büyük lenf nodu varlığı, ekstanodal yağ dokusu invazyonu nüks ihtimalini arttırır. 5 cm den büyük lenf nodu (bulky hastalık) tutulumu kötü prognoza işaret eder. Evre III de ise hastalık artık retroperitoneal nodları da aşmıştır.

TEDAVİ

SEMİNOMLAR:

Erken evre seminomlarda (Evre I ve II) yüksek orşiektomiyi takip eden radyoterapi ile % 90 nın üzerinde kür sağlanır. Mikroskobik yayılım riski altındaki lenf nodu bölgeleri (homolateral iliak ve retroperitoneal) hokey sopası şeklinde bir alandan 25 Gy dozda ışınlanır ve evre I de %98 oranında kür sağlanır. Bu hastalarda aynı taraf iliak lenf nodlarının paraortik bölgeyle birlikte ışınlamasının sadece paraortik bölge ışınlaması ile karşılaştırılmasında üç yıllık nüks oranları sırasıyla % 96.0 ve %96.6 olarak bulunmuştur. Sağ kalımda benzer şekilde %100 ve %99.3 olarak bulunmuştur. Bu yüzden sadece paraortik bölge ışınlaması risk grubunda olmayan hastalarda alternatif bir tedavi yaklaşımıdır. Cerrahi sonrası ışınlama yapılmaksızın sadece takip yapılan hastalarda nüks oranı % 15 olarak bulunmuştur. Bu hastalarda nüks radyoterapi ve kemoterapi ile tedavi edilebilmiş, ve beş yıllık sebebe bağlı sağ kalım % 99.5 olarak bildirilmiştir. Bu yüzden düşük risk grubu hastalarda diğer bir alternatifde radyoterapisiz takip olabilir. Evre II de gross hastalık bölgesine 10 Gy ek doz verilir. 5 yıllık sağ kalım % 90 civarındadır. Gerek duyularsa bu hastalarda mediasten ve sol supraklavikular bölgede ışınlanabilir. Evre IIB de toplam doz gross hastalık bölgesinde 45 Gy e kadar çıkabilir. Cisplatin içeren kombinasyon kemoterapileride tedaviye eklenebilir. Bu grup hastalarda beş yıllık sağ kalım % 60 civarındadır. Evre III-IV hastalıkta ilk tedavi kemoterapi olmalı ve residüel hastalığa radyoterapi yapılmalıdır. En sık bleomysin, etoposid ve sisplatin kombinasyonları kullanılır. EP, PVB, VIP rejimleri de diğer kullanılan şemalardır.Bu grup hastalarda ise beş yıllık sağ kalım % 60 ın altındadır.

NON-SEMİNOMLAR

Effektif kemoterapi rejimlerinin gelişmesiyle bu tümörlerin iyleşmesinde hayli başarı sağlanmıştır. Erken evrede erişkinlerde abdominal yoldan testisin çıkarılması ve retroperitoneal lenf diseksiyonu uygulanan bir metoddur. (Bu metodun uygulandığı klinik olarak evre I olan % 27 hasta evre II ye yükselmiştir) Ancak çocuklarda retroperitoneal lenf nodu diseksiyonunun morbidite (tam empotans veya retrograt ejekülasyon) dışında tedaviye bir katkısı yoktur. Kemoterapi nüks düşünüldüğünde hemen uygulanmalıdır. Diğer bir alternatif de lenf nodu diseksiyonu uygulamadan yüksek inguinal orşiektomi yapılmasıdır. Hastalar kısa aralıklarla dikkatli olarak takip edilmelidirler. % 90-95 civarında kür elde edilebilir. İleri hastalıkta ( bulky evre II, evre III ve IV de) kombinasyon kemoterapisi uygulanır (BEP, PVB, VIP). Kemoterapi orşiektomiyi takiben de uygulanabilir. Seçilmiş vakalarda kemoterapi sonrası residü hastalığı olanlarda residü kitlenin çıkarılması da bir alternatifdir (Ancak sağ kalım avantajı göstermez, fakat rasidüde malign hücrelerin varlığı kemoterapiyi uzzattırabilir). Diğer bir alternatif te mikroskobik hastalığa veya büyük lezyona radyoterapi uygulanmasıdır (40-45 Gy). Klinik çalışama olarak otolog kemik iliği nakli ve yüksek doz kemoterapi uygulamaları devam etmekte olup, sonuçları netleşmemiştir. İleri hastalık grubunda kür oranı % 60-80 arasında değişmektedir.

TEDAVİYE BAĞLI YAN ETKİLER

ERKEN DÖNEM

25 Gy dozunda uygulanan radyoterapide yoğun yan etkiler gözlenmesi nadirdir. Bulantı, iştahsızlık, diyare izlenebilir. Kemoterapiye bağlı olarak erken dönemde bulantı kusma, halsizlik, nötropeni ve allopesi gözlenir.

GEÇ DÖNEM

25-35 Gy dozlarında da geç etkiler sık izlenmez. Tedavi sırasında böbreğin aldığı doza dikkat edilmelidir. İkincil malignite oluşması oldukça nadir olup en erken tedaviden 10 yıl sonra gözlenebilir. Kemoterapiye bağlı oligospermi, ikincil lösemi, renal fonksyon bozukluğu, işitme kaybı (sisplatin içeren rejimlerde), pulmoner toksik etkiler (bleomisin içeren rejimlerde) gözlenebilir.

Mide Kanseri

Pazar, 04 Kasım 2007

Dünya üzerinde bazı ülkelerde sık görülmesi, bu kanserin genetik faktörlerle ve yeme alışkanlıkları ile ilgisi olduğunu göstermektedir. Özellikle Japonya başta olmak üzere, Çin ve İrlanda da bu hastalık sık görülmektedir.

Erkeklerde kadınlardan 2 kat daha sık görülür. Bu hastalık genellikle 60-70 yaşlarında sık olarak görülmektedir.

Mide kanserinin en sık görüldüğü yer küçük kurvatur ve antrumdur.

EPİDEMİYOLOJİ

Dünya üzerinde bazı ülkelerde sık görülmesi bu kanserin genetik faktörlerle ve yeme alışkanlıkları ile ilgisi olduğunu göstermektedir. Özellikle Japonya başta olmak üzere, Çin ve İrlanda da bu hastalık sık görülmektedir. Erkeklerde kadınlardan 2 kat daha sık görülür. Bu hastalık genellikle 60-70 yaşlarında sık olarak görülmektedir.

RİSK FAKTÖRLERİ

Düşük sosyo-ekonomik düzey

Çevre şartları

Diyet (Nitratlar, dumanlı yiyecekler, yüksek derecede tuzlu gıdalar)

Birinci derece akrabalarında mide kanseri hikayesi olanlar.

Atrofik gastriti olanlar

Helicobacterpylori enfeksiyonu olanlar

Billroth-2 ameliyatı olanlar (Mide ülserlerinde uygulanan bir ameliyattır)

Adenomatöz mide polipi hastalığı olanlar

Menetrier hastalığı olanlar

A kan grubu

MİDE KANSERLERİ EN ÇOK NERELERDE GÖRÜLÜR

Mide kanserlerinin büyük bir kısmı antrum veya küçük kurvatur üzerindeki bölgelerde görülür.

MİDE KANSERLERİ EN ÇOK PATOLOJİK FORM OLARAK KARŞIMIZA NASIL ÇIKAR?

Mide kanserlerinin büyük bir kısmı adenokarsinom olarak patolojik olarak saptanır.

MİDE KANSERİ BELİRTİLERİ NELERDİR?

Karın üzerinde mide bölgesi ve onun etrafındaki bölgede rahatsızlık hissi ağrı ve ağırlık hissi?

Kısa sürede kilo kaybı (Bunu aylarla ifade etmemiz sanırım doğru olacaktır). Kanserli hastalar genellikle kısa sürede yüksek kilo kaybına uğrarlar.

Bulantı ve kusma

Kaşeksi (Şiddetli zayıflama)

Yemeklerden sonra rahatsızlık hissi

Sindirim sisteminde kanama veya gizli kanama

Erken doyma hissi

Hastaların 2/3?ünde demir eksikliği anemisi

TEŞHİS

1.) Çift kontrastlı baryumlu mide grafisi:

Halk arasında ilaçlı mide filmi denilen görüntüleme yöntemidir.

2.) Gastroskopi (endoskopi):

Ağızdan girilerek mideye kadar gönderilen içerisinde optik bir görüntüleme sistemi olan bir boru yardımıyla yapılır. En duyarlı ve en özgün teşhis yöntemi budur. Bu yöntemle hekim mide yüzeyini çıplak gözle görebilir ve şüphe edilen bölgelerden biyopsi ile parça alıp patolojik incelemeye gönderir, buda şüphe edilen ülser veya kanser dokusunun özelliklerini ayırt edilmesini sağlar.

MİDE KANSERİNDE TEDAVİ

Adenokarsinomlarda tedavi:

Gastrektomi (Midenin tamamen alınması): Bu tür tedavi yaklaşımı hastalarda hastalığın sağaltımı için yegane yoldur. Sadece tümör dokusunu çıkarılması, ender vakalarda sadece mukozada sınırlı tümörlerde yapılabilir. Bu tür bir tümörün varlığında mutlaka bilgisayarlı tomografi, veya endoskopik ultrasonografi yaparak tümör dokusunun çıkarılmasına karar verilebilir.

Lenfomalarda tedavi:

1.) Düşük dereceli lemfomalarda tedavi:

Helicobacter pylori enfeksiyonunu tedavi etmek hastaların yarıya yakınında iyileşmeyi sağlar. Bunun dışında kalan vakalara kemoterapi (CHOP tedavisi denilen 4 lü tedavi) uygulanır. Bunlar;

· Cycloposhosphamide

· Doxorubicin

· Vincristine

· Prednisone

2.) Yaygın geniş hücreli lenfomada tedavi:

İki tür tedavi yöntemi vardır;

a.) Yanlızca kemoterapi( ilaç tedavisi )

b.) Mide dokusunun ameliyatla bir kısımının çıkarılması+ameliyatı takiben kemoterapi (İlaç tedavisinin uygulanması)

Leiyomyosarkomlarda tedavi:

Bunlarda kanserli dokunun çıkarılması ile hastaların büyük bir kısmı tedavi edilebilmektedir

MİDE KANSERİ VE HELİCOBACTER PYLORİ (HP)

Mide kanseri dünyada ikinci önemli ölüm nedenidir. 1980 yıllarda 750 000 hasta da mide kanseri tanısı konmuş bunların 600 000 ni yılda, mide kanserinden öldü. Mide kanseri ile HP infeksiyonu ilişkisi ilk defa Marshall tarafından 1983 de işaret edildi. On yıl sonra 1994 de Uluslararası kanser çalışma grubu HP infeksiyon grup 1 i karsinogenik olarak belirledi. Üç prospektiv epidemiyolojik çalışmanın meta-analiz sonuçları HP + ( HP pozitif ) hastaların normallere göre 4 kat daha kanser gelişme riski taşıdığını göstermiştir. Gelişmiş ülkelerde HP + ve kanser riski ilişkisi %49 ( genel HP pozitifliği %35 ) iken gelişmekte olan ülkelerde ise % 70 e ( genel HP pozitifliği % 85 ) çıkmaktadır. Değişik çalışmalarda farklı yöntemler kullanılarak farklı sonuçlar çıkmasına rağmen en iyimser tahminlerde, gelişmiş ülkelerde en az % 31, gelişmekte olan ülkelerde % 52 mide kanseri, HP infeksiyonu ile ilişkilidir. Bu ortalama kanserlilerin üçte birinin sebebi HP infeksiyonu anlamına gelir. Tütün, İnsan pailloma virusleri ve hepatit viruslerinin de benzer şekilde kanser riski taşıdığı bilinmektedir. Bu gün hangi yaşta tarama yapılmalı ve HP eredikasyon tedavisinde nasıl bir yöntem takip edilmeli bunun için uzun dönem, yaş, cins, aile hikayesi, ve etnik grupları içine alan randomize kontrollu çalışmalara ihtiyaç vardır. Bu arada hangi tedavi protokollerinin uygulanacağının da belirlenmesine ihtiyaç vardır. HP direkt mutogenik ve karsinogenik değildir. İndirekt karsinojenik etkisi olan bir çok madde vardır. HP amonyak üretir bu da hücre bölünmesini ve fosfolipazları etkileyerek hücre epitel membranlarını hasara uğratır, citotoksinlerle defans mekanizmasını bozar ve kronik inflamasyon oluşur. Aynı zamanda ortamda askorbik asid azalır ki antıoksidan ve antikanser etkisi vardır. Son olarak HP; mide mukozasında kronik dejenerasyona neden olarak mide kanserinin başlamasına neden olabilir. Ancak neden infekte hastaların çok az bir kısmında kanser geliştiği ve ne kadar zaman sonra kanserleşme başlayacağı ve koruyucu çalışmaların ne zaman başlaması gerektiği konuları bu gün açıklığa kavuşturulamamıştır.

HP infeksiyonu ile direkt ilişkilendirilen ikinci tümöral oluşum mide lenfomasıdır. Bunun ile ilgili önemli bir çalışmayıda size aktarmak istiyorum. Mide lenfoması ( MALT ) mukoza ile ilişkili lenfoid doku tümörüdür. Konturek, P.L. ve ark. ( 2000 ) yaptıkları araştırmalarda ; Mide kanserlerinde Cag-A + H. Pylori yüksek miktarda pozitiv bu da gastrin ve gastrin reseptorleri yoluyla otokrın yolla tümör büyümesini uyarabileceğini belirterek aşagıdaki araştırma sunuçlarını yayınlamıştır. MALT lenfomada HP infeksiyonu ilişkisi mide kanserinden çok daha belirgindir. Lenfomada HP infekiyon pozitifliği % 90 dır. Cag-A pozitıfliği ise % 70 dir. Kontrol grupların da ise %56 ve %33 dür. Serum gastrin seviyesi kontrol grupuna göre lenfomalılarda 6 kat fazladır. Lümen içi gastrin ise hastalarda 70 kez daha fazla bulunmuştur. Antrum mukozasına göre tümör dokusunda gastrin 10 kat fazladır. Çalışma da MALT lenfomasında Cag-A HP pozitifliğinin önemli olduğu görülmektedir

Pankreas Kanserleri Kanseri

Pazar, 04 Kasım 2007

Hastalığın tanımı

Pankreastan köken alan tümörlerdir.

Nedenleri, Görülme sıklığı

Eşlik eden durumlara rağmen etyoloji bilinmemektedir.

Eşlik eden durumlar : ırk , diabetes mellitus ( şeker hastalığı ) , tütün , çevresel ve mesleki faktörler ve gıdasal lipidler

İlginç olan , tütün kullanımının etkisi ile ilgili bulgular düzenlendiğinde pankreatit , alkol ve kahve arasında birliktelik görülmemiştir.

Risk faktörleri :

Çok muhtemel : ırk, diabetes mellitus, tütün

Muhtemel : çevresel / mesleki durumlar , gıdasal lipid

Pankreas kanseri erkeklerde kadınlardan daha sık görülmektedir.

Ortalama yaş erkeklerde 63 , kadınlarda ise 67 dir.

İnsidans/ prevalans : Her yıl yaklaşık 28.000 yeni olguya tanı konulmaktadır. Etnik gruplar arasında değişimler vardır. Siyah ırk ve havaililerde sıktır.

Korunma

Tütün kullanımı engellenir ( sigara bırakılmalıdır ).

Belirtiler

Kilo kaybı ( %90 ), ağrı, iştahsızlık, kaşıntı, diabetes mellitus, malnütrisyon, karaciğer büyümesi, palpabl ( ele gelen ) safra kesesi, karında hassasiyet, kitle, assit ( karın boşluğunda sıvı birikmesi )

Tanı

Tripsinojen düzeyi , glukoz testi , amilaz, üst sindirim sistemi grafisi. Bilgisayarlı tomografi : tanı koymak için çok yararlı bir yöntemdir ; radyolojik incelemeden çok daha hızlı ve etkin bir görüntü sağlar. Ultrasonografi, ERCP ( endoskopik retrograd kolanjiopankreatografi ), PTC ( perkütan transhepatik kolanjiografi ), anjiografi, biyopsi, özofagogastroduodenoskopi tanı koymakta kullanılan diğer yöntemlerdir.

Tedavi

Pankreas tümörlerinde cerrahi tedavi uygulanarak pankreasın bir bölümü çıkarılabilir.

Tümör gövde ve kuyrukta yer alıyorsa cerrahi girişim zor değildir ; pankreas başı tümörlerinde ise pankreas başının yanısıra safra kesesinin , onikiparmak barsağının ve midenin bir bölümünün de çıkarılması gerektiğinden tedavi daha karmaşıktır. Daha sonra , sindirim kanalının bütünlüğünü korumak için sağlam kalan safra yolları ile pankreas yollarının sindirim kanalına boşalmasını sağlamak gerekir.

Radyoterapi ve kemoterapi önerilebilir.Ancak bu uygulamalar bu güne kadar radikal bir sonuç vermemiştir.Onkoloji doktorlarının çok zor durumda kaldığı bir sorundur.Kısa süre içerisinde tümör büyüyerek safra yolunu tıkayıp karaciğeri devre dışı bıraktığından,alınan besinlerin karaciğerde değerlendirilerek 12 parmak barsağına gönderildiği noktada tıkanma olduğundan karaciğer ve safra kesesi devre dışı kalıp,billuribin kana geçmektedir.Bunun sonucunda kanın yapısı bozularak beyinsel ve tüm organsal faaliyetlerde aksamalar meydana getirdiği gibi,tüm deri rengini de sarı renge boyamaktadır.Bu durumda yine zaman kazanmak ve safra yollarının sindirim kanallarına boşalmasını sağlamak için ameliyatla drenaj açılmaktadır.Bu da elbette bir çözüm olmamaktadır.

Prognoz/Hastalığın gidişi

Klasik tedavilerle,üç yıllık yaşam oranı ( survi ) %2,5 ; beş yıllık yaşam oranı %1 dir.

Potansiyel olarak tedavi edilebilen hastalıklarda cerrahiyi takiben , beş yıllık yaşam oranı yaklaşık % 4 tür.

Komplikasyonlar ve Riskler

Ağrı

Sarılık

Malnütrisyon

Diabet

Aşağıdaki belirtiler olduğunda tanı için mutlaka doktorunuza başvurun

Sürekli karın ağrısı , iştahsızlık , yorgunluk , sırt ağrısı veya bu hastalığın diğer belirtileri varsa

 

Kalın Bağırsak Kanseri Kolon Rektum Kanseri

Pazar, 04 Kasım 2007

Kolo - Rektal kanserler A.B.D. de her iki cinsde en sık görülen 2. kanser türüdür. Yılda ortalama 140.000 kişi hastalığa yakalanmakta ve yılda ortalama 60.000 kişide bu hastalıktan kaybedilmektedir. Yurdumuzda da tanı yöntemlerinin artması, kişilerin hastalık belirtilerini daha iyi algılamaları ve hekime başvurma olanaklarının artması, beslenme alışkanlığımızında giderek daha çok endüstriyel gıdalara kayması sonucu bu kanserlerle daha sık karşılaşmamıza neden olmaktadır. Ancak erken teşhis ve tedavi yöntemleri uygulanabildiği takdirde Kolo - Rektal Kanserler tedaviden ençok yararlanan iç organ kanserleridir. Hatta TARAMA ( Screening) testleri ile hastalık oluşmadan, oluşmuş ise belirtileri daha ortaya çıkmadan saptanabilmekte ve gerekli tedavisi yapılarak tam şifa sağlanabilmektedir. Çünkü genelde ( % 95 ) Kolo-Rektal kanserler POLİP lerden gelişmektedir.

Henüz kanser gelişmeden bu polipler tarama testlerinde saptanarak POLİPEKTOMİ ( Kolonoskop ile polipin barsaktan alınması) ile çıkarılırsa ilerde oluşabilecek veya henüz çok küçük seviyede oluşmuş bir kanser barsaktan uzaklaştırılmış olacaktır.

KİMLER RİSK ALTINDADIR ?

Genelde olguların büyük çoğunluğu 45-50 yaş üzerindeki kişilerde görülmektedir.Bu Nedenle;

45-50 yaş üzerindeki kişiler

Anne, baba, kardeş gibi yakın aile bireylerinde kolorektal kanseri veya polipleri olanlar,

Uterus ( rahim ), over ( yumurtalık ) veya meme kanseri olan kadınlar,

Ülseratif Kolit veya Crohn gibi hastalıkları olanlar.

RİSKİ AZALTMAK İÇİN NELER YAPILMALIDIR ?

Risk altındaki kişiler, bu riski azaltmak için hastalık belirtileri ortaya çıkmadan yapılması gereken TARAMA (Screening ) testlerini yaptırmalıdırlar. Diyetlerini bol lifli - sebzeli, meyvalı, az yağlı ve az kırmızı etli bir şekile dönüştürmelidirler. Alkol ve sigara alışkanlığı varsa iyice azaltmalı, hatta bırakmalıdırlar. Hergün 20 - 30 dakika hafif egzersiz yapmalıdırlar.

TARAMA TESTLERİ NELERDİR ?

Kolo - Rektal kanserlerin klinik belirtileri ortaya çıkmadan yukarıda belirtilen RİSK altındaki kişilere yapılan testlerdir.Bu kanserlerin oluşmasında esas neden % 95 oranında poliplerdir. Bu polipler zaman içerisinde kansere dönüşebilmektedir. O nedenle tarama tetkiklerinde amaç bu polipleri henüz kansere dönüşmeden, eğer dönüşmüş ise çok erken devrede henüz klinik belirti vermeden teşhis etmek ve POLİPEKTOMİ ile ( kolonoskop yardımı ile polipin barsaktan uzaklaştırılması) çıkarılmalarını sağlamaktır. Bu takdirde bu hastalar % 90 nın üzerinde ki bir oranda tam şifaya kavuşmaktadırlar. Tarama testleri şunlardır :

45 yaş üzerinde yılda bir kez rektal tuşe muayenesi,

50 yaş üzerinde yılda bir kez gaitada gizli kan aranması,

50 yaş üzerinde 3 - 5 yılda bir defa KOLONOSKOPİ veya Sigmoidoskopi,

50 yaş üzerinde 5 yılda bir defa Kolon grafisi,

Ailesinde kolorektal kanseri olanlar 45 yaşdan sonra 2 - 3 yılda bir defa kolonoskopik tetkik,

Ülseratif Koliti olanlar yılda bir defa kolonoskopi ve biyopsi yaptırmalıdırlar.

KOLO - REKTAL KANSERLERDE KLİNİK BELİRTİLER NELERDİR ?

Genelde kadın ve erkekte eşit oranda görülen Kalın barsak - Rektum kanserleri sinsi seyreder. Hastalık aşağıdaki belirtilerle ortaya çıkar.

Rektumdan kan gelmesi ( rektal kanama ), gaitanın kanla bulaşık olması,

Tuvalete çıkma alışkanlığında değişiklik

Gaitanın eskiye oranla incelmesi,

Kabızlık ? İshal durumlarının ortaya çıkması,

Sık sık tuvalete çıkma isteği, buna rağmen tam boşalamama hissi,

Karında gaz ağrıları,

Kansızlık (anemi),

İzah edilemeyen zayıflama

Bu belirtilerin herhangi birinin 1 - 2 hafta devam etmesi veya aralıklarla tek rarlaması durumunda mutlaka hekime başvurulmalıdır.

TEŞHİS NASIL KONUR ?

Kolo - Rektal kanserlerde kesin teşhis barsak içerisindeki tümörden endoskopik yöntemlerden ( Rektoskopi, Fleksibl Sigmoidoskopi, KOLONOSKOPİ ) biriyle yapılacak tetkik ve alınacak parçanın patolog tarafından mikroskopik tanısı ile konur.

TEDAVİ NASIL YAPILIR?

Kolo-Rektal kanserlerin esas tedavisi tümörlü kısmın ameliyatla çıkarılması ve barsak pasajının sağlanması için çıkarılan kısmın alt ve üst uclarının tekrar karşılıklı ağızlaştırılmalarıdır.Kolonlar uzun olduğu için bu işlem kolaylıkla uygulanabilir. Ancak REKTUM kanserlerinin tedavisinde bu durum biraz farklıdır. Rektum kısa bir organ (15 cm) olması nedeni ile özellikle anüse yakın yerleşim gösteren tümörlerde ( anüs girişinden 5-6 cm yukarıda) , hastalıklı kısımın çıkarılmasını temin için anüsün tamamen çıkarılıp,iptal edilerek kolon, karın duvarına ağızlaştırılır ( KOLOSTOMİ ).

Daha önceleri çok daha sıklıkla uygulanan bu yöntem, günümüzde gerek teknolojik gelişmeler ( Stappler aleti vs.) ve gerekse bu konuda eğitilmiş ve deneyim kazanmış özellikle Kolo - Rektal cerrahi ile uğraşan cerrahlar tarafından yapılan ameliyatlarda çok az sayıda hastaya uygulanmaktadır.Bazen kolostomi rektumda yapılan ameliyatın iyileşmesini sağlamak için geçici olarak ( birkaç ay ) yapılabilir. Daha sonra bu kolostomi kapatılır. Ameliyata ek olarak, rektum tümörlerinde bazen ameliyattan önce, bazen ameliyattan sonra gerek olursa RADYOTERAPİ de yapılabilir . Kolon tümörlerinde radyoterapinin yeri yoktur. Her iki organın tümörlerinde ameliyattan sonra duruma göre KEMOTERAPİ yapılabilir.

Anüs kanserlerinde genellikle radyoterapi tercih edilmektedir. Bazı durumlarda Cerrahi tedavide yapılabilir.

AMELİYAT SONRASI BU HASTALAR NASIL İZLENMELİ ?

Kolo - Rektal Kanserlerde ameliyat sonrası nüks etme şansı hastalığın evresine göre değişir. Nüksler genellikle ilk 2 yıl içerisinde ortaya çıkarlar. Bu nedenle bu hastaların ameliyat sonrası ilk 2 yıl içerisinde çok sıkı izlenmeleri gerekir. Eğer nüks saptanacak olursa yeni yapılacak girişimlerle hastanın yaşam şansı artırılır. Ayrıca bu hastalarda geriye bırakılan kolon kısmında yeni tümör oluşma şansı azda olsa vardır. Bunların çok küçükken saptanması ve çıkarılması hastaya tam şifa sağlayacaktır.Bu izlemelerde hastalara 3-6 aylık aralıklarla kan testleri tümör belirleyicileri ( CEA ), US, Tomografi; Akciğer grafisi, Kolonoskopi gibi tetkikler dönüşümlü olarak yapılır. 2 yıldan sonra senelik kontroller ile hasta 5 yıl izlenmelidir.

Karaciğer Kanserleri

Pazar, 04 Kasım 2007

(Karaciğerin primer malign tümörleri)

Karaciğerin primer (kendine has) malign (kötü huylu) tümörleri, bir başka deyişle kanserleri şunlardır: Hepatosellüler karsinom, intrahepatik kolanjiosellüler karsinom, hepatokolanjiokarsinom, hepatoblastom, anjiosarkom, epiteloid hemanjioepitelioma ve diğer sarkomlar (leiomyosarkom, rabdomyosarkom, indiferansiye embriyonel sarkom). Karaciğer kanserlerinin tümüne yakınını hepatosellüler karsinom (HSK) ve intrahepatik kolanjiosellüler karsinom oluşturur.

1- Hepatosellüler Karsinom (HSK) :

Karaciğerin en sık (%75) rastlanan primer tümörüdür. Diğer adı hepatomadır. Erkeklerde kadınlardan 5 misli daha fazla görülür. En sık 40-60 yaşlardadır. Kısacası en fazla orta yaş erkeklerde görülür. Dünyada en fazla Güneydoğu Asya ve Güney Afrika?da görülür. ABD?de ise seyrektir; tüm kanserlerin ancak %2,5?udur.

Etyolojisi bilinmemektedir. Ancak HSK için bazı risk faktörleri mevcuttur: Siroz HSK?li olguların büyük çoğunluğunda (%75-95?inde) risk faktörüdür. Hepatit B enfeksiyonu siroza neden olarak dünyadaki en önemli HSK sebebidir. Hepatit B enfeksiyonu olanlarda olmayanlara göre 20-200 kat daha fazla HSK oluşur. Ayrıca siroz yapan bütün hastalıklar, hepatit C enfeksiyonu, alkol kullanımı, vs. hastalıklar HSK?a yol açabilir.

Postnekrotik sirozlar, alkolik sirozlar, hemokromatosis, alfa-1-antitripsin eksikliğinde kanser olma riski yüksektir. Primer bilier siroz, kardiak siroz, Wilson hastalığında da orta derecede risk vardır. Aspergillus flavus adlı mantar tarafından üretiien Aflatoksin ile kontamine olmuş tahıl ve yer fıstığı yeme sonucu Aflatoksin alınmasıyla HSK gelişme riski vardır. Uzun süreli androjen kullanımında da HSK sıktır. Şistozomiazis ve klonorşiazis denen parazit hastalıklarının sık görülmesi de risk faktörüdür.

Klinik bulguları: Hepatomegali (karaciğer büyümesi) Karaciğer üzerinde üfürüm ve frotman olması Assit (karında sıvı birikmesi). Assit hastaların yarısında kanlıdır. Halsizlik, iştahsızlık, kilo kaybı, karın ağrısı (her 3 hastadan birinde) Sirozu olan stabil bir hastada kliniğin aniden bozulması ve ALP artışı Karında kitle olması ve karında sağ üst kadranda ağrı ise karaciğer kanserinde en sık doktora başvurma sebepleridir.

Tanı : ALP (alkalen fosfataz) belirgin ölçüde artar. Transaminazlar ise (SGOT ve SGPT) hafif artar. AFP (alfa feto protein) artar. Galyum sintigrafisi (fokal dolma defekti olur). Ultrason ile kitle görülebilir, portal vene kitlenin invazyonu gösterilir. BT?de (bilgisayarlı tomografi) kitle görülür. Anjiografide hipervasküler ve tümör kızarıklığı gösteren kitle görülür. Karaciğer biyopsisi yapılarak kesin teşhis konur.

Tedavi : Etkin bir tedavi yoktur. Tanıyı takiben ortalama yaşam süresi 6 aydır. Tümör karaciğerin tek bir lobunu tutmuşsa o lob ameliyatla çıkartılır. Bu şekilde hastaların %10?u en az 5 yıl yaşama şansına kavuşur. Lezyon bir odağa lokalize ve 3 cm?den küçük ise tümör çıkartıldıktan sonra hastaların yarısında kanser tekerrür etmez. Ana damarlarda tutulum yoksa karaciğer nakli ve kemoterapi denenebilir. Karaciğer kanserinde (HSK) radyoterapi ve kemoterapi tedavisi ile genellikle başarılı sonuçlar alınamaz. Bazı vakalarda radyoaktif işaretli transferin tedavisi yarar sağlamaktadır.

Metastaz : % 50 olguda metastaz (tümörün başka bir dokuya yayılması) olur. En çok hiler lenf ganglionlarına ve akciğere metastaz yapar.

2- İntrahepatik kolanjiosellüler karsinom :

Karaciğer içi safra kanallarının kanseridir. Karaciğer içi safra kanallarının herhangi bir yerinde oluşabilir. Karaciğerin hilusu veya periferik kısımlarında gelişebilir. Karaciğer primer tümörlerinin % 8-25?ini oluşturur.

Etyoloji : Nedeni büyük ölçüde bilinmemektedir. Hastaların % 10?unda tümör şu etmenlerle ilişkilidir: Kronik ülseratif kolit (tipik olarak primer sklerozan kolanjit ile birlikte oluşur), Caroli hastalığı (idiopatik intrahepatik safra kanalları genişlemesi), konjenital hepatik fibrozis, klonorşiazis, opistorşiazis, hemokromatozis, thorotrast uygulanması, vs. Bu tip kanserlilerin %10?unda siroz vardır. Ancak intrahepatik kolanjiokarsinom?un Hepatit B ile hiçbir ilişkisi yoktur.

Klinik bulguları : Karın ağrısı, halsizlik, ateş ve kilo kaybı olur. Tipik olarak 50-70 yaşlarında görülür.

Tanı : Ultrason, BT, ALP artışı ve biopsi (patolojik tanı).

Tedavi ve prognoz: Hastaların çoğu tanı konulduktan sonra en fazla 1 yıl yaşar. Tümör çıkartılırsa bu süre biraz daha uzayabilir.

Metastaz : % 75 olguda metastaz olur. En çok lenf ganglionlarına, periton yüzeylerine ve akciğere metastaz yapar.

>>>

3- Hepatokolanjiokarsinom :

Bu tümörler hepatosellüler ve safra kanalı farklılaşması gösterir. Karaciğer primer tümörlerinin %5 ?inden azını oluşturur. HSK?a benzer belirtiler olur.

4- Hepatoblastom :

Çok nadirdir. Çocuklarda en sık görülen karaciğer primer tümörüdür.Genellikle 3 yaşından önce oluşur. Erkeklerde kızlardan 2 misli daha fazladır. Doğuştan anomaliler ve hemidistrofi ile ilişkilidir.

En sık belirtiler (hepatomegali nedeniyle) karında kitle, büyüme geriliği ve kusmadır. Serum AFP değeri olguların %85?inde yükselir ve oldukça yüksek değerlere ulaşır.

Hepatoblastom soliter, iyi sınırlı, grimsi esmer renkte bir kitle şeklinde görülür. Değişik şekillerde olabilir. Ortalama lezyon çapı 10 cm dir. Bazen 20 cm ye kadar olabilir. Nekroz ve kanama sıktır. Siroz oldukça enderdir.

Tedavinin başarısı tümörün (hastaların %75?inde gerçekleşebilen) tamamen çıkartılmasına bağlıdır. Tümörün tamamen çıkartıldığı hastaların yarısı nda hayatta kalma süresi uzar. Ameliyattan önce kemoterapi uygulanarak tümörü çıkarılamayan hastalara da ameliyat olanağı sağlanabilir. Tümüyle fetal kaynaklı olan tümörler en iyi prognoza sahiptir, saf anaplastikler ise en kötü prognozlu olanıdır.

Olguların yarısında metastaz olur. Metastazları genellikle hiler lenf ganglionlarına ve akciğere yapar.

5- Anjiosarkom :

Genel anlamda karaciğer sarkomu enderdir. Karaciğer sarkomunun en sık görüleni ise anjiosarkomdur. Tipik olarak 50-70 yaşlarındaki erkeklerde görülür.

Etyoloji : Vinil klorid, arsenik ve Thorotrast (artık kullanılmayan bir radyolojik kontrast madde), anabolik steroid kullanımı ile yakın ilişkilidir. Tümör, bu maddelere maruz kalmadan 10-25 yıl sonra ortaya çıkar.

Klinik bulgular : Karın ağrısı, halsizlik, kilo kaybı, karında kitle bu hastaların en çok başvuru sebebidir. Hematolojik bozukluklar (anemi, DIC vs) sıktır.

Tanı : Ultrason ve BT?de kitlenin görülmesi, ALP atışı, anjiografide defektin gösterilmesi ile tanı konur. Kesin tanı için gerekli olan biyopsi açık yöntemlerle alınır. Zira kapalı karaciğer biyopsisi sonrası öldürücü kanama olabilir.

Patolojik bulgular : Olguların %75?inde çok sayıda tümör odağı karaciğerin her iki lobunu tutar. Odaklar tek tek, süngerimsi yapıda ve kanamalıdır; büyüklükleri farklıdır.

Tedavi ve prognoz : Yararlı hiçbir tedavi bulunamamıştır. Hemen hemen tüm olgular tanıdan sonraki 2 yıl içinde (karaciğer yetmezliği ve karın içi kanama nedeniyle) ölürler.

Metastaz : Olguların %60?ında metastaz olur.

6- Epiteloid hemanjioendotelyoma :

Ender görülen bu tümörün etyolojisi bilinmemektedir. Kadınlarda erkeklerden daha fazladır. Prognozu biraz daha iyidir; 5 yıllık survi (sağkalım) %30?dur. Yakın geçmişe kadar yapısı nedeniyle yanlışlıkla kolanjiokarsinom olarak tanı konulurdu.

7- Diğer sarkomlar :

Leiomyosarkom ve rabdomyosarkom gibi çeşitleri vardır. Oldukça enderdir. Bunlardan indiferansiye (embriyonel) sarkom erişkinlerde ender görülür ama çocuklardaki karaciğer tümörlerinin ancak %10?unu teşgil eder.

Kaynaklar :

1- NMS İç Hastalıkları, Allen R. Myers

2- NMS Patoloji, LiValsi-Merine-Brooks-Sawi-Tomaszewski

3- Cecil essentials of Medicine

4- The Merck Manuel

5- Ultrasonografi OğuzM-AksungurE-BıçakçıK-ÇeliktaşM

6- Ultrasound Diagnosis of Digestive Diseases, Weil FS

7- Basic Pathology, Robbins-Kumar

8- Radyoloji.net

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol