hastalıkların tanısı tedbir ve çözümleri - çocuk sağlığı
|
|
|
|
|
Pazar, 04 Kasım 2007
PATENT DUKTUS ARTERİOZUS
(PDA)
Anne karnında kalpten çıkan iki büyük atardamar arasındaki açıklığın doğumdan sonra da kapanmayıp açık kalmasıdır(Şekil 6). Zamanından erken doğan prematüre bebeklerde açık kalma oranı daha yüksektir. Fakat bunların çoğu zamanla kendiliğinden kapanabşlmektedir. Bu açıklık vasıtasıyla vücuda gitmesi gereken temiz kanın bir kısmı akciğerlere gider. Bu olay bir yandan akciğer atardamarında basınç yükselmesine sebep olurken, diğer yandan artan kan akımı kalbin daha fazla çalışmasına ve daha fazla yorulmasına sebep olmaktadır.
Tanı nasıl konulabilir ?
Açıklığın küçük olduğu vakalarda tanı genellikle muayene sırasında üfürümün duyulması ile tesadüfen konur. Büyük açıklığı olan bebeklerde hızlı nefes alıp verme, özellikle emerken aşırı terleme, yeterli kilo alamama ve emme sırasında yorulma dikkati çeker. Tanı, muayene sırasında üfürüm duyulması ile ve kalp yetersizliği bulgularını belirleme ile konur. Bu hastalarda sık sık zatürre, bronşit gibi akciğer hastalıkları da sık görülür. Genellikle çocuk doktora hasta olduğunda götürüldüğünden, böyle ağır hasta ve huzursuz bir bebekte diğer bulgular zor farkedilir. Bu hastaların bir kısmı akciğer enfeksiyonu tadavileri ile kısmen düzelmekle birlikte, kesin tanı konulması bu nedenle çok gecikebilmektedir. Erken tanı için ülkemizde sağlıklı çocukların da doktor kontrolüne götürülmesi alışkanlığının kazanılması şarttır. Kesin tanı çocuk kardiyoloji uzmanınca yapılan muayene ve ekokardiyografi ile konur.
Tedavide ne yapılabilir ?
Kendiliğinden kapanmayan vakalarda, tedavide birinci seçenek kateter vasıtasıyla açıklığın coil veya şemsiye ile kapatılmasıdır. Açıklığın çok geniş olduğu hastalarda ameliyatla açık kalan damar bağlanarak kan geçişi engellenir.
İleriye dönük yapılması gerekenler :
Sünnet, diş çekimi, diş dolgusu gibi bazı girişimler öncesinde endokardite (kalbin iç tabakasının iltihabı) karşı koruyucu tedaviye ihtiyaç gösterirler. Hastaların belli aralıklarla doktor kontrolünde olmalı gerekir.
Kategori: Çocuk Sağlığı | Yorum Yok »
Pazar, 04 Kasım 2007
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Servet Özgür, biberon ve emzik kullanımının bebeklerin başta ishal
olmak üzere mikrobik hastalıklara yakalanmasına yol açtığını söyledi.
Özgür, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yaz aylarında en sık görülen sağlık sorunu olan çocukluk çağı ishallerine mikroplardan arındırılmamış içecek ve yiyeceklerin neden olduğunu belirtti.
Bebekleri çocukluk çağı ishallerinden korumak için öncelikle onların temiz yiyecek ve içeceklerle doğru beslenmesi gerektiğini vurgulayan Özgür, ?Örneğin, ishal ve diğer mikrobik hastalıklara neden olduğu dikkate alınarak bebekler biberonla beslenmemeli. Çünkü, biberonu mikroplardan arındırmak öyle herkesin kolayca başarabileceği bir iş değil? dedi.
Annelerin öncelikle bebeklerini biberonla beslemek zorunda olmadıklarını kabul etmeleri gerektiğine dikkati çeken Özgür, sözlerini şöyle sürdürdü:
?Kullanım öncesinde biberonun mikroplardan tam olarak arındırılması neredeyse olanaksızdır. Dolayısıyla biberonla beslemede bebeğin ihtiyacı olan gıdayı alması yanında mikrop da almaktadır. Ayrıca, biberon yanında bebeklere verilen emzikler de çocukların mikroplarla tanışmasına yol açmaktadır.?
-?ANNE SÜTÜ NE GÜNE DURUYOR?-
Özgür, anne sütünün bebekleri ishalden koruduğunu vurguladı. ?Her an için hazır, en temiz, en ekonomik ve bebek için en ideal besin anne sütü ne güne duruyor? diyen Özgür, emzirmeyen annenin bilerek ya da bilmeyerek bebeğine çok büyük haksızlık ve kötülük yaptığını ifade etti.
Özgür, sözlerini şu önerilerde bulunarak sürdürdü: ?Bebeklerimizi ishalden koruma konusunda duyarlı olmalıyız. İshalin neden olduğu çocuk ölümlerinin ya da gelişim bozukluklarının önüne geçilmesinde şüphesiz herkese görevler düşüyor ama en büyük görev bebeğine bakmakla yükümlü olan anneye düşüyor. Öncelikle bebek doğru ve düzenli beslenmeli. Anne sütü 24 ay süreyle bebekten esirgenmemeli. Anne sütünün bebekten esirgenmediği süre en az 12 ay olmalı. Altınca aydan itibaren anne sütü yanında bebeğe ek gıdalar verilmeli. Bunlar kaşıkla ve az miktarlardan başlayıp alıştıkça
artırılarak verilmeli.
Bebeğe ek gıda verilmeye başlanınca emzirmeden vazgeçilmemeli. Bebekler temiz içecek ve yiyeceklerle beslenmeli, mikrobik ortamlardan uzak tutulmalı. Anne bebeğinin içecek ve yiyeceklerinin yanı sıra kendi kişisel temizliğine de çok dikkat etmeli.?
-HALK BİLGİLENDİRİLMELİ-
Halk sağlığı açısından en ciddi sağlık sorununun en çok görülen,
en çok öldüren ve en çok sakat bırakan hastalık olduğunu kaydeden
Özgür, bu tanıma girmesi dolayısıyla çocukluk çağı ishallerinin üzerinde önemle durulması gerektiğini kaydetti.
Özgür, ishalli çocukların aşırı su ve tuz kaybı nedeniyle hayatlarının kaybettiklerini ifade ederek, ?Ama hala pek çok anne zararlı olacağını düşünerek ishalli bebeğine su ve sıvı gıda vermiyor. Bu örnek ishale ilişkin toplumun bilinçlenmesini sağlayacak çalışmaların ihmal edilmemesi gerektiğini ortaya koyuyor? diye konuştu.
Bebeklerin ishalden korunmasında, bebeğine bakmakla yükümlü annenin tutum ve davranışlarının önemli olmakla birlikte yetersiz olduğunu ifade eden Özgür, sözlerini şöyle tamamladı: ?Özellikle yaz aylarında ishale neden olan etkenlerle mücadele etmekle yükümlü olanlar görevlerini eksiksiz yerine getirmeli. Örneğin çöpler daha sık ve daha düzenli toplanmalı. İçmesuyu ve kanalizasyon hizmetlerine ilişkin yetersizlikler ve olumsuzluklar sona erdirilmeli. Gıda üretilen ve satılan yerlerdeki denetimleri olabildiğince etkili
yapılmalı. Unutulmamalı ki, ishalin en önemli nedeni kirli içeceklerdir, kirli yiyeceklerdir.?
Kategori: Çocuk Sağlığı | Yorum Yok »
Pazar, 04 Kasım 2007
Doğumdan sonra annelere bebeklerini hemen emzirmeleri tavsiyesinde bulunan uzmanlar, anne sütüyle beslenmenin bebeğin fiziksel ve zihinsel gelişimine katkı sağladığını, anne ve bebeği birbirine yaklaştırdığını ve bebeğin annenin göğsünde kendini güvende hissetmesine neden olduğunu belirtti. Uzmanlar, doğumdan sonra bebeğe verilecek en güzel hediyenin anne sütü olduğunu kaydetti.
Doğumdan hemen sonra, hatta henüz doğum masasından kalkmadan bebeğin emzirilmesinin anneyle bebek arasındaki ilk temas açısından son derece önemli olduğunu söyleyen uzmanlar, uzun süreli ve başarılı bir emzirme için bunun önemli olduğunu belirtti.
Bebeğin en geç 1 saat içinde anne memesine anlar, uzun süreli ve başarılı bir emzirme için bunun önemli olduğunu belirtti. Bebeğin en geç 1 saat içinde anne memesine verilerek emmeye teşvik edilmesi gerektiği vurgulandı. Bebeğin emmek için en istekli olduğu bu dönem geçirilirse uzun süre isteksizlik yaşanacağı da açıklayan uzmanlar, sezeryanlı annelere bir başkasının yardımıyla bebeklerini emzirmelerini tavsiye etti. Anne sütünün önemi şu şekilde açıklandı:
?Anne memesinden süt salgılanmasını prolaktin adındaki hormon sağlıyor. Prolaktin hormonunun uyarılmasıyla süt salgılanmaya başlıyor. Bu hormonu uyaran etki ise bebeğin anne memesini emmesi oluyor. Yani bebek ne kadar çok emerse, o kadar çok süt salgılanıyor.
Anne sütünün besinsel ve hücresel içeriği sabit kalmayıp, sütün üretim basamağına, çocuğun erken veya zamanında doğmasına göre, anneden anneye ve günden güne değişiyor. Anne sütü, emzirmenin ilk günlerinde koyu sarımsı bir sıvı olarak salgılanıyor ve buna kolostrum adı veriliyor. Kolostrum; yüksek değerli protein, antikor ve mineral içeriyor. Bu süt doğumdan itibaren sadece birkaç gün üretiliyor ve bebeğin ihtiyacı olan tek besin olma özelliğini taşıyor. Sütün bileşiminde, emilmeye başladıktan sonra bir takım değişimler gerçekleşiyor.
Protein ve mineral miktarında düşme gözleniyor. Yağ, laktoz ve enerjisi ise artmaya başlıyor. Bu dönemde salgılanan süte ise geçiş sütü deniyor ve yaklaşık 2 hafta sürüyor. Daha sonra, daha açık renkte ve daha sıvı olan olgun süt üretilmeye başlanıyor.?
Bebek için en uygun gıdanın anne sütü olduğunu bildiren uzmanlar, ?Bu doğal gıda steril olduğu için hiçbir canlı bakteri içermiyor. Bebeğinizin bağışıklık sistemini güçlendirecek ve onu hastalıklardan koruyacak maddeler olan antikorları içeren anne sütü, her zaman hijyenik, pratik ve ekonomik olma özelliklerini taşıyor.
Bebeklerin bağışıklık sistemini güçlendiren ve sindirim sistemini düzenleyen prebiyotik lifler içeren anne sütüyle beslenen bebeklerde alerjik reaksiyonlar görülmüyor. Anne sütü, bebeğin sindirebileceği en ideal besin olduğundan, bebeklerde sık sık görülen kabızlık, ishal, gaz gibi problemlerin oluşumunu en aza indiriyor.
Anne sütünün protein ve mineral içeriği, bebeğin henüz gelişmemiş böbreklerini zorlamıyor, kolay sindirim sağlıyor. Bebek için gerekli olan tüm vitaminleri ve mineralleri de ideal oranlarda içeriyor. Bebeğin sinir sistemi hücrelerinin, beyin hücrelerinin, gözde görmeyi sağlayan retina tabakası hücrelerinin gelişimi için hayati öneme sahip Omega-3/Omega-6 yağ asitleri açısından zengin olan anne sütü, bu yağ asitlerini olması gereken oranlarda ve doğru miktarlarda sağlıyor.
Yapılan araştırmalarda, anne sütüyle beslenen bebeklerde kalp hastalıkları, kanser, şeker hastalığı, ağız ve diş gelişimi bozuklukları, bağırsak hastalıkları, alerji gibi durumların daha az görüldüğünü saptanmış bulunuyor. Unutmayın; hamilelik süresince büyük bir özlem duyarak bebeğini dünyaya getiren annenin, bebeğine verebileceği en güzel armağan anne sütüdür.
Anne sütüyle beslenmek, bebeğin fiziksel ve zihinsel gelişimini en iyi şekilde sağlayacak, bebekle anneyi birbirine yakınlaştıracak ve dolayısıyla bebeğin, annesinin göğsünde kendini güvende hissetmesini sağlayacak tek yoldur. Ayrıca, bebeği anne sütüyle beslemenin en ekonomik yol olduğunu da dikkate almak gerekir. Bu sebeplerle bebek, doğar doğmaz emzirilmeye başlanmalıdır? açıklamasında bulundu.
Kategori: Çocuk Sağlığı | Yorum Yok »
Pazar, 04 Kasım 2007
Teşhis
Çocuğunuzun obez olduğu ya da olabileceği hakkında aşağıdakileri göz önünde bulundurarak fikir sahibi olabilirsiniz:
*Ailenin obezite geçmişi, anne ve/veya baba yüksek kilolu ise çocuğundan kilolu olma ihtimali yükselecektir.
*Kardiovasküler hastalıklar, yüksek kolesterol, yüksek kan basıncı seviyesi, tip 2 diyabet gibi obeziteyle bağlantılı hastalıklarda ailenin diğer üyelerinin durumu çocuğuda etkilemektedir.
*Sigara vb alışkanlıklarda ailenin diğer üyelerinin durumu
*Çocukta obeziteyle bağlantılı sağlık problemlerinin belirtileri(karın ve kalça bölümünde deri çatlamaları, hormonal bozukluklar, soluk alıp vermede güçlük?)
*Kalple ilgili Risk Faktörleri; obez çocuklarda yapılan incelemeler onların, obez olmayan çocuklara oranla; ortalamanın üstünde kan basıncı, kalp atış hızı ve kalp randımanına sahip olduklarını gösteriyor.
*Tip 2 Diyabet Risk Faktörleri; glikoza duyarlılık ve normalden yüksek insülin değerleri bu gruptaki risklerdendir.
*Ortopedik Sorunlar; bazı belirtiler alt uzuvların birleşme yerlerinde kilo yüklenmesi, eğik bacaklar..
*Deri rahatsızlıkları; pişik, intertrigo, monilial deri iltihabı.
*Psikolojik ve Psikiyatrik Konular; özgüven eksikliği, kişinin kendisi hakkındaki olumsuz düşünceleri, depresyon, arkadaş ortamından uzak durma obezitenin olumsuz etkilerinden birkaçıdır.
*Uzun süre televizyon izlemek gibi alışkanlıklar ve düşük fiziksel aktivite; 8-16 yaş arası çocukların neredeyse yarısı günde 3-5 saat televizyon izliyor. En çok televizyon izleyen çocuklar, obezitenin en çok görüldüğü grup oluyor.
*Uzun boy; obez çocuklar genellikle 50. persentilin üzerinde boya sahiptir.
*Sigaraya başlama; araştırmalara göre, gençler sigarayı bir kilo kontrol yöntemi olarak görüyorlar. Aileler, pediatristler ve okullar; kilo kontrol yöntemi olarak sigara kullanımından üç ana nedenden ötürü gençleri vazgeçirmeye çalışmalıdırlar: a) sigaranın, kilonun denetim altında tutulmasına bir faydası olmaz. b) sigara içmek zaten zararlıdır c) sigara içmek, dengeli beslenme ve fiziksel aktivite alışkanlıklarında gerilemeye neden olur.
Çocuğunuzun aşırı kilolu olabileceğinden endişe ediyorsanız, en yakın zamanda diyetisyene başvurun. Çocuğunuzun boyuna ve kilosuna göre hesap yaparak Vücut Kitle İndeksi (VKİ) adı verilen bir oran bulur, hatta kas ve kemik oranını hesaplayarak ideal rakamıda hesaplayabilir. Kilosunun normal olup olmadığını öğrenmek için bu oran çocuğunuzun yaşına ve cinsiyetine uygun olan büyüme tablosuyla karşılaştırılır.
Dyt.Özlem Sert
Kategori: Çocuk Sağlığı | Yorum Yok »
Pazar, 04 Kasım 2007
Difteri, boğmaca (pertusis) ve tetanoz aşılarından oluşan bir karma aşıdır. Rutin aşı takvimindeki sırasına uygun olarak yapılır. Bu bölümde her biri ayrı ayrı ele alınacaktır.
Difteri, bir kaç günlük kukuçka devresi sonrasında belirti veren, ani seyirli, Korinebakteriyum adlı mikrop tarafından meydana getirilen bulaşıcı bir hastalıktır. Milattan iki yüzyıl kadar önceki kayıtlarda difteriye ait bilgiler yer almaktadır. Tipik olarak boğazda solunum yollarını tıkayabilecek boyutlarda gri beyaz renkli, plakalar halinde bir zar tabakasının oluşumu söz konusudur. Öksürük, nefes darlığı ve ateş eşlik eden belirtilerdir.
Difteri aşısı 1923 yılında Ramon tarafından geliştirilmiştir. Çocukları aşılama programları 1926 yılından beri uygulanmakta olduğu halde difteri, 1950?li yılların başına kadar ölüm nedeni olarak önemini korumuştur. II. Dünya savaşından sonra yoğun aşı uygulamaları sayesinde bu hastalık artık geçmişte olduğu gibi sık görülmemektedir.
Süt çocuklarına karma aşı içinde bir iki ay arayla üç kez uygulanır. Son enjeksiyondan 1 yıl ve 5 yıl sonra tekrar dozları yapılır. Altı yaşından sonra karma aşıdaki difteri miktarı azaltılarak erişkin dozu (dT) uygulanır. 10 yılda bir tekrarlanır.
Boğmaca, halen çok bulaşıcı, üç dört yılda bir salgınlar yapan, ölümcül olabilen bir çocukluk çağı hastalığıdır. Solunum yoluyla bulaşır ve süt çocuklarında ağır seyreder. Anneden bebeğine doğumdan önce koruyucu antikorların geçmemesi bu hastalık için özel bir sorun oluşturur. Bu durumda erken aşılama boğmaca için büyük önem arzeder.
Hastalık, ?Bordatella pertusis? adı verilen mikrop tarafından meydana getirilir. Kuluçka devresi 10-14 gün kadardır. Başlangıcı belli belirsiz kırıklık ve hafif öksürük şeklindedir. Bir iki hafta içinde gelişen, kriz halindeki öksürük nöbetleri çok tipiktir. Gün içinde 30 kez ve herbirinde 10-15 öksürük gözlenebilir. Antibiyotik tedavilerine rağmen şikayetler haftalarca sürebilir. Küçük çocuklarda ölüme yol açabileceği için özellikle dikkatli olunması gerekmektedir.
Boğmaca aşısı, karma aşı içinde takvime uygun zamanlarda uygulanır. Dört yaşından sonra aşıya bağlı yan etkiler daha fazla görüldüğü için karma aşıdan çıkarılır. Aşının asellüler formu uygulandığında sinir sistemiyle ilgili istenmeyen etkiler daha az görülmektedir. Asellüler boğmaca aşısına ve hangi durumlarda boğmaca aşısının takvim dışında bırakılması gerektiğine güncel aşılar başlığı altında ayrıntılı olarak değinilecektir.
Tetanoz, tüm dünyada görülebilmekle birlikte, sıklığı başarılı aşı uygulamalarının gerçekleştirilebilmesi ölçüsünde faklılık gösterir. Az gelişmiş ülkelerde en sık ölüme yol açan 10 hastalıktan birisidir. Her yıl dünyada 1 milyon kişinin tetanozdan öldüğü tahmin edilmektedir.
Kirli yaralardan vücuda giren Klostiridyum tetani adlı mikrobun neden olduğu hastalığın kuluçka devresi 3 ile 30 gün arasında değişebilmektedir. Yüz adalelerinde kasılmalar ilk belirtidir. Zamanla tüm vücutta kasılmalar meydana gelmektedir. Evde doğum, yenidoğan tetanozu için oldukça önemli bir risk faktörüdür. Sağlıksız koşullarda doğum yapan anne ve bebeği tetanoza yakalanabilir. Anneler bu hastalığa karşı aşılanmamışlarsa doğan her 100 bebekten birinin ölümü kaçınılmazdır. 1993 yılında ülkemizde, hamile kadınların ancak %21?i tetanoza karşı aşılanabilmiştir.
Gebeliğin ilk aylarından itibaren birer ay arayla aşı olarak hem kendinizi, hem de bebeğinizi tetanoza karşı koruyabilirsiniz. İlk gebeliğinde iki doz aşı yaptıran annenin ikinci gebeliğinde bir doz aşı yaptırması yeterlidir. Bebek ise ilk yılında üç kez karma aşı ile aşılanmalı , bir yıl ve beş yıl sonra aşı tekrarlanmalıdır
Kategori: Çocuk Sağlığı | Yorum Yok »
Pazar, 04 Kasım 2007
Kızamıkçık infeksiyonu bütün dünyada yaygın olarak görülmektedir. Çeşitli ülkelerde yapılan çalışmalarda doğurganlık çağındaki kadınların ortalama %20?sinin kızamıkçık geçirmemiş olduğu gösterilmiştir. Kızamıkçık genellikle solunum yoluyla bulaşır. Annenin gebeliğinin ilk üç ayında kızamıkçık geçirmesi durumunda bebeğin etkilenme olasılığı çok yüksektir.
Kızamıkçık hastalığı yüz yıllardır varolmasına rağmen, gebelikte geçirildiğinde çocukta katarakt, doğumsal kalp anomalileri vb anomalilere yolaçabileceğine ilk kez 1941 yılında Dr. Gregg tarafından dikkat çekilmiştir. 1960?lı yılların başlarında geliştirilen aşıyla hastalığa karşı korunmada ilk başarılı adım atılmıştır.
Hastalık çoğunlukla deri döküntüleriyle başlar. Bazan halsizlik, baş ağrısı ve hafif ateş gözlenebilir. Döküntüler üç gün içinde kaybolur. Ensede, kulak ardında ve boyunda lenf bezelerinin şişmesi oldukça tipik bir bulgudur.
Hamilelikte annenin geçirdiği kızamıkçık infeksiyonunun bebeği belirgin biçimde etkilemesi nedeniyle hastalığın önlenmesi çok önemlidir. Birçok gebe kadında, infeksiyon sonucu düşük meydana gelirken, yaşayan önemli sayıda bebekte doğumsal anormallikler meydana gelir. Göz ve kalp anomalileri, küçük kafa ve zeka geriliği ortaya çıkabilir.
Kızamıkçığa karşı aşılamada asıl amaç, hamile kadınların anormal çocuk doğurmalarına yol açan bu hastalığın önlenmesidir. Doğurganlık çağına gelmeden genç kızların aşılanarak kızamıkçığa karşı bağışıklanmaları gerekmektedir. Tüm çocukların 15 aylık ve 5 yaşında iki kez MMR aşısıyla aşılanmasıyla bu sorun çözümlenmiştir. Eğer bir kadın kızamıkçık geçirmemişse ve gebe kalmayı düşünüyorsa hamile kalmadan en erken üç ay önce aşılanmalıdır.
Kabakulak, ilk kez milattan 5 yüzyıl önce modern tıbbın babası Hipokrat tarafından tanımlanmıştır. İkinci dünya savaşında askerler arasında salgınlar yaparak dikkat çekmiştir. 1960?lı yıllarda yaygın olarak uygulanmaya başlanan MMR aşısıyla sıklığı belirgin olarak azalmıştır. Ancak ülkemizde hala her yıl çok sayıda vaka tespit edilmektedir. Özel kurum ve kuruluşlar tarafından rutine konmuş olan MMR aşısı uygulaması giderek yaygınlaşmaktadır.
Hastalık 16-18 günlük kuluçka devresinden sonra tükrük bezlerinin şişmesiyle kendini belli eder. Çocuklarda selim seyreden bir hastalık olmakla birlikte %10 oranında menejite yol açar. Ancak menejit tablosu nadiren hayatı tehdit eder. Yetişkin erkeklerde %20-30 olasılıkla testislerde şişme ve iltihap meydana gelebilir. Heriki testis etkilendiğinde kısırlığa yol açabilir.
9 aylıkken kızamık aşısı uygulanmış olan bebeklere 15 aylık olduklarında kızamık-kızamıkçık-kabakulak (MMR) aşısı yapılması tavsiye edilir. Eğer çocuğa kızamık aşsı yapılamamışsa 12 aylıktan itibaren MMR uygulanabilir. Kızamık-kızamıkçık kabakulak aşısının 5 yaşında tekrarlanması gerekmektedir
Kategori: Çocuk Sağlığı | Yorum Yok »
Pazar, 04 Kasım 2007
Kızamıkçık; kabakulak ve kızamık gibi çocukluk çağlarında sık rastlanan ancak ergenlik ve erişkin döneminde de görülebilen, damlacık yolu ile insandan insana bulaşan bir virüs hastalığıdır. Kızamık ve kabakulak gibi özelllikle bahar aylarında yaygın olarak görülür. Toplum sağlığını tehdit eden bu hastalığın da tedavisi yoktur ve seyri sırasında ciddi, kalıcı komplikasyonlara ve hatta ölüme neden olabilmektedir.
Hastalık yuva, kreş ve okul gibi kalabalık ortamlarda çok kısa sürede bulaşabilmekte ve çocuklarda genellikle hafif geçirilmekteyken, ergenlik çağında ve erişkinlerde daha ağır seyretmektedir. Birçok genç erişkinde kızamıkçık enfeksiyonu sırasında büyük eklemlerde ağrı ve kızarıklıkla seyreden eklem iltihapları görülür. Eklem sorunları kısa süre sonra geçer ancak nadiren müzminleştiği de görülmektedir.
Kızamıkçık, kızamık gibi önce yüzde, kulak arkasından başlayan ve başladığı yerden solan ve sonra kollara, bedene ve bacaklara yayılan hafif pembe düküntülerle kendisini belli eder. Daha sonra hekim muayenesi ile ense ve kulak arkası lenf bezlerinin ve hatta dalak büyüklüğünün varlığı ile klinik olarak ön tanıya varılır. Kesin tanı ancak virüs ayrımı ve hastalığa özgü kan testleri ile konabilir. Ancak, çoğu kez bunlara gerek kalmaz.
Kızamıkçığın en önemli ve ciddi tablosu gebe bayanların kızamıkçığa yakalanması sonucunda ortaya çıkmaktadır. Bu hastalığı geçirmemiş kadınların, gebeliğin ilk üç ayında hastalığa yakalanmaları durumunda, hastalık etkenleri (virüsler) plasenta yoluyla anne rahminde büyüyen, gelişen ve organ taslaklarının oluşma sürecindeki yavruyu (embriyo) etkileyerek doğumsal anormalliklere neden olmaktadır. Bu olaya ?doğumsal kızamıkçık sendromu? adı verilmektedir. Doğumsal kızamıkçık sendromunda yer alan istenmeyen olaylar şöyle özetlenebilir : Büyüme ve gelişmede gerilik, prematürelik, ölü doğum ve düşükler, zeka gerilikleri, körlük, katarakt, kalp anormallikleri, sağırlık, hepatit, kanamalar. Tüm bu ciddi komplikasyonlar nedeniyle tüm kadınların hamile kalmadan önce bir kan testi ile kızamıkçık geçirip geçirmediğinin test edilmesi gerekmektedir. Eğer hastalık geçirilmediyse, kızamıkçık aşısı ile aşılanmaları ve üç ay süre ile hamile kalmamaları tavsiye edilmektedir. Aşılanan kişilerin % 98?i bu hastalığa karşı yaşam boyu korunmaktadırlar. Kızamıkçıklı bir hasta ile temas eden hamile bir kadının zaman geçirmeden 3 hafta ara ile alınacak kan örneklerinde savunma cisimciklerinin (antikorların) belirlenmesini ve sonucun doktoru tarafından değerlendirilmesini istemelidir.
Kızamıkçıktan Korunma Yolu Nedir?
Günümüzde gerek Kızamıkçık gerekse de Kabakulak bu hastalıklara karşı aşılamanın rutin olarak yapıldığı ülkelerde son derece az rastlanır hastalıklar olmuşlardır. Kızamıkçık aşısı, tek başına uygulanabildiği gibi Kızamık ve Kabakulak aşısı ile birlikte üçlü karma aşı (MMR) şeklinde de 12. aydan itibaren uygulanabilmektedir. 12. aydan önce yapılan aşılamalarda, 6 ay sonra ikinci bir doz aşı gereklidir. Doğumdan sonra 9. ayda sadece Kızamık aşısı yapılmış bir çocuğa Kızamık-Kızamıkçık-Kabakulak aşının uygulanma zamanı 15. ay olmalıdır.
Deri altına veya kas içine uygulanan bu aşının belirgin bir yan etkisi yoktur. Aşı yerinde ağrı, kızarıklık ve daha sonra görülen hafif deri döküntüleri olabilir. Bu yan etkiler çok nadir olup tedavi gerektirmeksizin kendiliğinden iyileşir.
Kızamıkçık aşısı veya üçlü aşı gebelerde kesinlikle uygulanamaz. Aşı olan bir bebeğin ya da çocuğun gebe annesine ya da bir yakınına bu hastalığı bulaştırması söz konusu değildir.
Amerikan tıp otoritleri (ACIP - Bağışıklama Uygulamalarında Danışman Kuruluş ve Amerikan Pediatri Akademisi - AAP) 4-6 yaşlarında ve 11-12 yaşlarında ikinci bir doz MMR aşısının yapılmasını önermektedir. 12 yaşında uygulanacak MMR aşısı ile kız çocukları doğurganlık çağının sonuna kadar kızamıkçık enfeksiyonundan korunmuş olacaklardır.
En değerli varlığımız olan çocuklarımızı, ölümcül ve sakat bırakan hastalıklardan korumak ve onlara sağlıklı bir gelecek sunabilmek için en emin yolun, zamanında ve eksiksiz olarak aşı uygulanması olduğunu unutmayınız.
Kategori: Çocuk Sağlığı | Yorum Yok »
Pazar, 04 Kasım 2007
Tanım
Kızıl, çocuğun bütün derisinde özgün bir kırmızımsı-pembe döküntü oluşturan, oldukça yaygın bir çocukluk hastalığıdır. Boğaz ağrısına da yol açan streptokok bakterilerinden yol açtığı kızıl, kolayca tedavi edilen bir hastalıktır.
Nedenleri,Görülme sıklığı,Risk faktörleri
Kızıla yol açan bakteri, aynı zamanda bademcik iltihabına ve birçok boğaz ağrısına da yol açan streptokoklar grubundandır. Kızıl hastalığından sorumlu olan streptokok türü boğaz ve bademciklere yayılarak, çoğalır. Bakteriler çoğalmaları sırasında toksin üretirler ve bu toksin biriktikçe, kan dolaşımı aracılığıyla bütün bedeni etkilemeye başlar. Bakteriler öksürük ve hapşırmayla, ayrıca enfeksiyonu taşıyan insanlarla temasla bulaşabilir. Bedene girmelerinden sonra, kuluçka dönemi altı gün kadar sürer.
Belirtiler
En kötü biçimiyle kızıl, çocuğun ateşinin apansız çok fazla yükselmesiyle başlar; ayrıca çocuk kızarır, boğazı ağrır, bademcikleri şişerek kızarır ve beyaz bir zarla kaplanır. İkinci gün, yüzü kırmızı bir renk alır ve döküntü bedenin her yerine yayılır. Kabarık lekeler, deriye benekli bir görünüm verir.
Başlangıçta dil beyaz ve kaba tüylü bir görünümdedir; hastalık ilerledikçe kırmızı lekelerle kaplanmaya başlar ve kızıl hastalığının niteleyici görünümü olan ?çilek dil? görünümünü alır. Çocuk kendini son derece kötü ve bitkin hisseder, iştahı son derece azalır. Ama döküntü soldukça, kendini daha iyi hissetmeye başlar. Derisi ve dili normale dönmeden önce, altı hafta kadar soyulur; bununla birlikte hastalığının başladığı günden bir hafta ya da on gün sonra iyileşir.
Tedavi
Tedavide genellikle streptokokları öldüren penisilin kullanılır. Hastalığın hafif geçtiği çocuklarda bile mikropların üreme şansı kalmaması ve çocuğun enfeksiyonu başkalarına bulaştırmaması için, birkaç gün süreyle penisilin tedavisi uygulanır. Hasta çocuk yatak dinlenmesine alınır; ateşi yüksekse, düşürmek için bedenin günde birkaç kez ılık suya batırılmış süngerle silinmesi gerekir. Terleme yoluyla yitirdikleri beden sıvılarını karşılamak ve su yitimine uğramalarını önlemek için bol sıvı içirilmelidir. Sulandırılmış meyve suları içtiği sürece, iştahsızlığı karşısında herhangi bir kaygıya kapılmaya neden yoktur.
Komplikasyonlar/Riskler
Kızıl genellikle, normal evrimini tamamlayarak hiçbir soruna yol açmadan kısa sürede iyileşir. Tedaviye hemen başlanılmaması, yani streptokokların çoğalarak yayılmalarına olanak verilmesi durumunda, ortaya çıkabilecek ikinci enfeksiyonlar arasında ortakulak iltihabı, bir çeşit böbrek iltihabı ve romatizma sayılabilir. Romatizma ve böbrek iltihabı ciddi hastalıklardır.
Kategori: Çocuk Sağlığı | Yorum Yok »
Pazar, 04 Kasım 2007
Eğer yeni doğan bebeğiniz kapalı bir anüsle dünyaya gelmişse, anal açıklık tıkanıktır. Sonuç olarak dışkının dışarı çıkması için hiçbir geçit yoktur.
Anüs ve rektumun doğuştan gelen anormallikleri, 500 çocuktan birinde meydana gelen küçük anormallikler ve 5000 doğumdan 1 inde meydana gelen büyük anormallikler ile oldukça sık rastlamaktadır.
Anal ve rektal anormalliklerle doğan çocuklarda üreme organı anormallikleri gibi, diğer doğum kusurlarının da ortaya çıkma oranı oldukça yüksektir.
Kapalı anüs olgusundan, bebek mekonyum dışkısını çıkaramadığı zaman kuşkulanılır. Tıkanıklığın rektumun aşağısında ya da yukarısında olup olmadığını belirlemek için röntgel ve ultrason incelemeleri yapılır.
Tedavi tıkanıklığın bulunduğu yere bağlı olarak değişir. Eğer anal açıklık yalnızca daralmış ise, bu açıklığı bir aygıtla genişletmek mümkündür. Başka tür kapalı anüs vakalarında ameliyat gereklidir; tıkanıklık rektumdan ne kadar yukarıda ise o derece büyük cerrahi müdahale gerekir.
Bazı çocuklarda anüsün tamamıyla rekonstrüksiyonu gerekebilir; kimi çocuklarda ise bebek 6 ila 12 aylık oluncaya kadar geçici kolostomi gerekli olabilir. Rektumun alt kısmında anal tıkanıklığı olan çocuklar ameliyattan sonra iyileşme gösterir ve dışkılamayı kontrol edebilirler. Tıkanıklığın daha yukarıda olması durumunda ise kendini tutamama sorunları meydana gelebilir.
Kategori: Çocuk Sağlığı | Yorum Yok »
Pazar, 04 Kasım 2007
Diş çıkarma
Diş çıkarma sıkıntıları öylesine yaygın kullanılan bir terimdir ki, bütün bebeklerin bu sıkıntıları geçirdikleri düşünülebilir. Oysa çoğunlukla, diş çıkarmaya bağlanan sıkıntılar, başka şeylerden kaynaklanıyor olabilir.
Doktorlar hep, diş çıkarmanın hafif bir sızı ve huzursuzluktan başka bir etkiye yol açmadığını söylerler; ama annelerin çoğu bebeklerin diş çıkarma dönemini ağrılı ve sıkıntılarla dolu bir deneyim olarak yaşarlar. Diş çıkarma konusundaki gerçek nedir? Bebeklerin diş çıkarma sıkıntılarını gidermek için anneler ne yapabilir?
Süt dişleri
Sütdişleri, yani çocuğun ilk dişleri, yaşamının ilk birkaç ayından sonra çıkmaya başlar ve üçüncü yaşın ortalarına kadar çıkmayı sürdürürler. Üç yaşın ortalarında, çocuğu süt dişleri takım halinde tamamlanmış olur. Bebeklerin diş çıkarması kabaca aynı düzende olmakla birlikte, diş çıkarma yaşları birinden diğerine göre değişir.
Diş çıkarma yaşı genetik açıdan önceden belirlenmiştir. Eşinizin yada sizin dişleriniz geç çıkmışsa çocuğunuzun dişleri de geç çıkabilir. Bazı uzmanlar geç diş çıkarmanın daha az rahatsızlığa yol açtığını savunmaktadır. Ortalama olarak, bebeğin, ilk dişleri yaklaşık altı aylıkken çıkmaya başlar; ama daha üç aylıkken, erkenden diş çıkaran bebekler bulunduğu gibi ancak bir yaşına doğru diş çıkarmaya başlayan bebekler de vardır. Çok ender olarak, bazı bebekler tek dişleri çıkmış durumda doğarlar; bazı bebeklerdeyse, ilk diş, ancak birinci yaş günlerinden sonra çıkar.
İlk kökler
Bebek doğduğu sırada, bütün süt dişleri dişetlerinin içinde vardır. Hamile kadınların beslenme rejimlerinde yeterince kalsiyum bulunmaması bu yüzden zorunludur. Gerçekte, bebeğin kalıcı dişleri de, yeni doğan bebeğin çene kemiği içinde gelişmeye başlamış durumdadır. Çocukların dişleri genellikle aynı düzende çıkar. İlk çıkan dişler alt ön iki diştir. Onları üst ön iki diş izler. Ardından bebeğinizin üst diş sırası çıkar; bu sırayı ona karşılık gelen alt diş sırası izler.
Azı dişlerin çıkması, oldukça rahatsızlık verir. İlk iki sıra yaklaşık 12-15 aylar arsında çıkar. İkinci azıdişlerinni çıkmaya başlamasından (20.-30.) aylar önce tam bir ara dönem geçirecektir.
Kalıcı dişlerin 32 tane olmalarına karşılık, sütdişleri 20 tanedir ve çocuk altı yaşına geldiğinde düşünmeye başlar. Bazı anneler sonra yerlerine lalıcı dişlerin çıktığını bildiklerinden, sütdişlerinin önemli olmadıklarını düşünürler; oysa süt dişleri olmazsa, kalıcı dişler çarpık çıkabilir. Çocuğunuzun süt dişlerini ihmal ederseniz, bütün yaşamı boyunca dişleriyle sorunları olacaktır.
Bütün suçu dişlere yüklemek
Bebeğin birinci yılındaki bir çok rahatsızlığının ve küçük çocuğun huysuzluklarının, gece uykularının bozulmasını suçu, çoğunlukla dişlere yüklenir. İshal, mide bulantısı, iştahsızlık, ateş yükselmesi, nedeni açıklanamayan ağlamalar, gece uyanmaları ve genel huysuzluktan, hep dişler sorumlu tutulur.
Oysa günümüzde doktorlar ve psikologlar, aslında diş çıkarmanın basit birrahatsızlıktan daha fazla soruna yol açmasının olanaksızlığı konusunda görüş birliğine varmıştır. Küçük bebeğin salyaları da akar ve bulduğu şeyleri de ısırır; ama başka belirtiler gözlemlerseniz, başka nedenler aramanız gerekir.
Olağandışı belirtiler
Uzmanlar, bebeğinizin huysuzluklarına diş çıkarmaya yorulmasının gerçekten tehlikeli olduğunu söylerler. Çocuğunuz aşırı keyifsizse, ateşi yüksekse, ishali yada olağan dışı başka bir belirtisi varsa, doktoruna başvurmanız gerekir.
Bu arada yakınlarınızın önerileri karşısında nesnel bir tutum almaya çalışmanız yerinde olur. Büyükanneler ve büyükbabalar gibi yaşlı insanlara çocukların küçükken yaşadıkları sıkıntıların hep diş çıkarmadan kaynaklandığı söylenmiştir; onlar da bu bilgiyi deneyimsiz yeni anne babalara aktarırlar. Oysa e iyisi, bu durumda kendi sağduyunuza dayanmanızdır.
Diş çıkarma hastalık mı?
Geçmiş yüz yıllarda doktorların çoğu diş çıkarmayı bir hastalık olarak görmüşler ve birçok bebek hastalığına diş çıkarmanın yol açtığına inanmışlardır. Göğüs enfeksiyonlarının, çırpınmaların ve bebeklerde ölüme yol açabilen bir çok hastalığın altında, diş çıkarmanın yattığını düşünmüşlerdir. Ama hastalık nedenleri daha iyi öğrenilmeye başlandıkça, bu görüşler gün geçtikçe geçerliliğini yitirmiş, bilim adamları söz konusu hastalıkların çoğunun virüslerden ve kötü sağlık koşullarından kaynaklandığını bulmuşlardır.
İngiltere?de 1839?da düzenlenen bir genel raporda, 5000?den çok bebek ölümünün, doğrudan doğruya diş çıkarmadan kaynaklandığı belirtlmiştir. Oysa günümüzde, bu ölümlerin, o sırada bilinmeyen yada belirtileri diş çıkarmaya bağlandığı için ihmal edilmiş hastalıklardan ileri geldiği bilinmektedir.
Gerçek belirtiler
Diş çıkarmada anne-babaların beklemeleri gereken belirtiler nelerdir? İlk patlayan (beliren dişler, yani kesicidişler, küçük ve keskin oldukları, dişetinde yalnızca küçük bir alnı etkiledikleri için, bebekte çok az sıkıntıya neden olurlar. Çıkmaya başlamadan hemen önce, dişetinde küçük, soluk bir kitle gibi görünebilir.
Ağız son derece duyarlı bir yer olduğundan, içindeki hre değişme ve rahtsızlık, bebeğinizde sıkıntlara yol açabilir; ama bu sıkıntılar, çocuktan çocuğa büyük ölçüde değişir. Aynı biçimde, bazı yetişkinler kendi akıl dişlerinin (20. yaş dişi) çıktığının farkına bile varmazken, dişleri tam pekişmiş olmayan bu ayrı ele alınması gerekn sorundur.) Bazı çocuklar renkli bir diş oyuncağının katı çubuğunu dişlerine sürtmeye bayılırlar.
Çocuğunuzun hızlı hızlı parmaklarını emdiğini ya da dişetlerini yokladığını farketmeniz dişetlerinde rahatsızlık hissettiği anlamına gelebilir. Bir diş kaşıyıcısı ya da geveleyeceği kura kızarmış ekmek gibi katı bir şey vererek ona yardımcı olmaya çalışın.
Çocuğunuz diş çıkarmaktan rahatsız görünüyorsa, diş etlerine küçük parmağınızla masaj yapmanız onu rahatlatabilir. Bazı anneler çocuklarına, dişlerinin çıkmasının yol açtığı ağrıları dindirmek için ?parasetamol şurubu? veriyorlarsa da bu uygulama doğru değildir ve ilacın doktora sorulmadan verilmesi sakıncalıdır
|
|
|
|
|