hastalıkların tanısı tedbir ve çözümleri - anatomi
|
|
|
|
|
Pazar, 04 Kasım 2007
Boğazın iki yanında bulunan bezler.
Boğazın her iki yanında, dilin dibinde üst tarafta nöbetçi olarak bulunan bademcikler, yutağı mikroplara karşı korur.
Gerçekten de bademcikler, lenf bezleridir; içlerinde, mikroplara karşı etkin biçimde mücadele edebilecek özel türden akyuvarlar bol miktarda bulunur. Solunum aygıtının giriş kısmının her iki yanında yer alan bademcikler, böylelikle organizmamızı burundan veya ağızdan içeri girebilecek bütün hastalık mikroplarına karşı savunur.
Bu savunma tepkisi, kendini (sözgelimi bir anjin vakasında), bademciklerde ağrılı bir bademcik iltihabı (yangısı) biçiminde gösterir.
Bununla birlikte, bademciklerin, bir savunma aracından çok, bir tehlike haline dönüştüğü durumlar da yok değildir. Gerçekten, bazı kişilerde, özellikle çocuklarda bu organlar, öylesine duyarlıdır ki, sürekli olarak mesele çıkarır, ağrır ve solunuma engel olacak kadar şişer; o zaman bademciklerin ameliyatla alınması gerekir.
Vücutta yapı ve görev bakımından bademcikleri andıran başka bezler de vardır: dil bademciği, yutak bademciği, bağırsak bademciği gibi.
Kategori: Anatomi | Yorum Yok »
Pazar, 04 Kasım 2007
Kalınbağırsağın bir uzantısı olan apandis çoğu zaman apandisit denilen bir iltihaba yol açar.
Apandis, kalınbağırsağın baş tarafında, körbağırsakta bulunur. İçi boş solucanımsı bir uzantıdır; ortalama uzunluğu 8 santimetredir. Görevi bademciklerin ve lenf düğümlerinin görevine benzer; kalınbağırsakta bulunan mikropları yok ederek hastalık yapmalarını önlemeğe çalışır. Kesinlikle gerekli olmamakla birlikte, görülüyor ki gene de bir işe yarıyor.
Apandisit, apandisin mikrop alma sonucunda iltihaplanmasıdır; çocuklarda çok görülür. Apandisitin başlıca belirtileri şunlardır: karın ağrıları, hafif ateş, paslı dil, mide bulantısı ve kusma. İlkin üst karın bölgesinde başlayan ağrılar zamanla sağ kasık bölgesine yerleşir. Buraya bastırınca büyük ağrı ve kasılmalar olur.
Bu belirtiler ortaya çıkar çıkmaz doktora başvurulmalıdır. Geç kalınırsa apandis patlayarak iltihap karın zarına yayılabilir ve hasta karın zarı iltihabından ölebilir. Apandis ameliyatı çok basittir, 20 dakikayı geçmez: karın zarı, iki kas demeti arasından yarılarak apandis dibinden kesilip alınır. Yarası çabuk iyileşir.
Kategori: Anatomi | Yorum Yok »
Pazar, 04 Kasım 2007
Kas iskelet sisteminin koordine hareketlerini ayarlayan sistemdir. İstemli ve istemsiz hareketlerden sorumlu bir seri elektrik devrelerine benzetilebilir. Motor sinirler aracılığıyla gelen uyarıcılar sayesinde kasın dönüşü dediğimiz sertlik ve yumuşaklık tayin edilir. Sinir sistemi yolu ile kasa gelen uyarı, kas-sinir kavşağında saç ayağına benzer bir yapı yoluyla kas hücresine aktarılır.
Bu sinyaller sayesinde kas liflerinin bir gurubu istirahatte dahi aktif iken, büyük gurubu gevşektir. Aktif küçük gurup devamlı değişir ve istirahatte kasın tonüsünü devamlı değişen küçük gurupların aktivitesini sağlar. Anlaşıldığı gibi kas hücresi uyarılabilir ve uyarımlara karşı kasılabilir bir hücredir. Bu özellik kasın hayatiyetinin devamlılığı için mutlak şarttır. Özellikler temel elektrik kurallarına dayalı olarak işler.
Egzersiz sırasında sinir sistemi ile gelen uyarıların miktarı artar ve da ha çok kas gurubu aktiviteye iştirak eder. Ayrıca egzersiz ile artan vücut ısısı sinir sistemindeki elektriksel iletim hızını artırır. Bu arada iyi antrenmanlı kişinin sinir sistemindeki bir takım uyumsal değişiklikler sayesinde refleks ve reaksiyon zamanları kısalır. Yani dışardan gelen uyarıcı olaylara karşı iyi antrenmanlı sporcular istemli ve refleks cevabı daha hızlı verirler. Burada beyin gibi en üst düzeydeki merkez ile da ha ait düzeylerdeki sinir sistemine ait merkezlerin ilişkilerinin düzenlenmesi de söz konusudur.
Kategori: Anatomi | Yorum Yok »
Pazar, 04 Kasım 2007
Ağız ve Dişler
Sindirim ağızda çiğnemeyle başlar. Çiğneme; besinleri küçük parçalara ayırarak yutulmalarını kolaylaştırır, ağızda sindirim için gerekli tükürük salgılanmasını sağlar, besinlerin temas yüzeylerini artırarak tükürük ve mide suyu enzimlerinin daha etkili olmalarını sağlar. Nişastalı besinlerin sindirimi ağızda olur.
Mide
Ters çevrilmiş L şeklindedir. Ortalama kapasitesi 1 - 1,5 lt.’dir. Boşken duvarları birbiri ile birleşmiş haldedir. Dolma sırasında mide iç basıncı artmaz. Zira çeperler gerilir.
Mide, besinlerin, zaman içinde en iyi biçimde dağıtılmasında ve bunların en iyi biçimde mekanik ve kimyasal hazırlanmasında önemli rol oynar. Mide suyu; 3 ayrı fazla salgılanarak oluşur.
Sinirsel Faz: Besin mideye inmeden, görme, koklama ve lokmanın ağıza konması ile başlar ve 1,5 saat sürer.
Gastrik Faz: Genellikle proteinli maddelerin mideye inmesiyle başlar.
İntestinal Faz: Genellikle yağlar onikiparmak bağırsağına geçince oradan yapılan uyarılarla başlar.
Mide bir depo rolü oynar. Besinler mideye düşer ve tabakalar halinde dizilirler. Bu duruş sırasında besinler mide salgısının etkisiyle kimyasal değişikliğe uğrarlar ve kimus denilen sıvı haline gelirler. İyi çiğnenmiş ve küçük parçalara ayrılmış besinler midede daha kolay sıvı hale gelirler ve mide her 20 saniyede bir ritmik olarak bu sıvının 2 - 3 mlt.’sini mide kapısından onikiparmak bağırsağına boşaltır.
Mide kapısı, midenin ortalama her 5 kasılmasında bir kez açılır. Midenin boşalma zamanı ortalama 3 - 4 saattir. Koyu bir kıvam, mide boşalımını yavaşlatır. Soğuk bir yemek, sıcak bir yemeğe oranla daha fazla boşaltılır. Mide kapısından, şekerler en hızlı, yağlar ise en yavaş boşaltılırlar.
Midede karbonhidratlar daha kolay sıvı hale gelir ve proteinlerden daha çabuk boşaltılırlar. Proteinler, midede belli bir kademeye kadar parçalanırlar. Yağlar ise midede en uzun süre kalan besinlerdir. Besinlerin emilimi bağırsaklarda olur. Midede, çok az miktarda alkol ve bazı ilaçlar emilir.
İnce Bağırsaklar
2 kısımda incelenir:
Onikiparmak Bağırsağı: Mideden başlar. Ortalama 25 - 30 cm. boyda, 3 - 4 cm. çapındadır.
Boşbağırsak - Kıvrım Bağırsak: Onikiparmak bağırsağından itibaren başlar. Ortalama 6,5 m. boyunda ve 4 cm. çapında, gittikçe daralan bir boru sistemidir. Mükozasında geniş kıvrımlar vardır.
İnce bağırsağın sindirim ve emilim gibi 2 önemli görevi vardır:
Sindirim: Bağırsak sindiriminde en büyük rolü ince bağırsaklar oynar. Bağırsak sindiriminin %90′ı burada; safra, pankreas salgısı ve kendi salgısının etkileri ile; kendi yaptığı itici ve pandül hareketlerle gerçekleşir ve mideden gelen kimusun sindirim işlemi tamamlanır.
Bu hareketler; bağırsak içeriğinin salgılarla temasını kolaylaştıran karıştırma hareketleri ve bağırsak içeriğinin, kalın bağırsağa doğru ilerlemesini sağlayan sağınma hareketleridir. Kimus’un onikiparmak bağırsağını geçişi hızlıdır, ortalama 15 dakikada gerçekleşir. İnce bağırsakta bu ilerlemenin süresi 4 - 5 saattir.
Besinlerin en şiddetli karıştırıldığı ve emilimin en iyi olduğu yer kıvrım bağırsaktır. Burada sağınma hareketleri çok sık değildir. Bu, besinlerin bu kısımda uzun süre beklemesini sağlar.
Emilim: Besinlerin emilimi, hemen hemen yalnız bağırsaklarda ve öncelikle ince bağırsağın yukarı bölümünde gerçekleşir. Emilim miktarı, emilen ögeye göre değişir. Ancak mide; tam bir emilim için gerekli başlangıç olan iyi bir sindirim sağlayamıyorsa emilim düzensizlikleri olabilir.
Besinlerin mukoza ile temasını, karıştırma hareketleri çoğaltır. Emilim hızı, boşbağırsaktan kıvrım bağırsağa doğru giderek azalır.
Karbonhidratların emilimi çok önemlidir. Bu emilim özellikle onikiparmak bağırsağı ve boşbağırsak düzeyinde yapılır. Proteinlerin emilimi boşbağırsakta gerçekleşir. Bu emilim ancak; proteinler aminoasitlerce parçalanmışlarsa yapılabilir.
Lipitlerin emilimi onikiparmak bağırsağının sonu ile boşbağırsağın başlangıcında gerçekleşir. Su ve elektrolitlerin emilimi birbirine karşıt iki olayın sonucudur. Bağırsak boşluğundan kana doğru akış ve kandan bağırsağa doğru akış. Bu emilim bütün bağırsak boyunca gerçekleşir. Dışkının su miktarını sağ kalın bağırsak düzenler.
Ortalama olarak günde 500 gr. karbonhidrat, 100 gr.yağ, 50 - 100 gr. amino asit, 50 - 100 gr. çeşitli iyonlar ve 8 - 10 lt. su emilir. Yağda eriyen vitaminler lipitler gibi emilirler ve lenfyoluna geçerler. Suda eriyen vitaminler ise hızlı şekilde emilirler. Günde ortalama 600 - 900 ml. izotonik kimus, ince bağırsaktan kalın bağırsağa geçer.
Kalın Bağırsak
Sindirim kanalının ince bağırsak ile göden bağırsağı arasındaki bölümüdür. Kalın bağırsak, oldukça hacimli, birçok parçaya bölünmüş bir borudur.
Ortalama 130 - 160 cm. uzunluğunda ve 6 - 8 cm. çapındadır. Görevi; ince bağırsaklarda emilenemeyen maddelerden ibaret kimusu konsantre edip dışarıya atmaktır. Bu konsantrasyonda su ve elektrolit emilimi önemli rol oynar.
Kalın bağırsak mükozası, ince bağırsak mükozasından farklıdır. Epitelin yüzeyi düzdür. Kalın bağırsak hareketleri ince bağırsağa göre daha zayıf ve yavaştır. Karıştırıcı ve boşaltıcı hareketler vardır. Boşaltıcı hareketler günde ancak birkaç defa meydana gelir.
Kalın bağırsakta enzim oluşmaz, enzimden yoksun bir müküs salgısı vardır. Bu, hiçbir sindirim enziminin etkili olmadığı selülozu parçalar.
Kalın bağırsak, daha çok suyun geri emiliminde rol oynar. Bu emilim oldukça önemlidir. Günde 500-1500 mlt. arasında değişir. Kalın bağırsakta ayrıca; inorganik tuzlar, bir miktar glikoz, kısa zincirli yağ asitleri emilir.
Dışkının su miktarını kalın bağırsak düzenler. Dışkı; safra pigmentleri, sindirilmemiş besin parçaları, kalın bağırsak müküsü, ölü bağırsak hücresi artıklarından oluşur. Kalın bağırsaktan günlük atılan feçes miktarı 200 - 400 gr. dır. Bunun %70′i su, %30′u katı maddedir. Alınan besin maddelerinin kolondan atılma süreleri genellikle 10 - 90 saattir. Baryum için ise 24 - 48 saattir.
Göden Bağırsağı
Bağırsak sisteminin son parçasıdır. İki kısımdan oluşur:
Üst bölüm: Leğen parçası
Alt bölüm: Makat kanalı.
Leğen parçası ortalama; 5 cm. çapında ve 10-12 cm. uzunluktadır. Makat kanalı bir silindir biçimindedir, kısa ve dardır. 2 cm. genişlikte ve 2 cm. uzunluktadır. Göden bağırsağının toplam boyu 12 - 15 cm. dir.
Normalde göden bağırsağı boştur. Dışkılar, sol kalın bağırsakta birikir. Sol kalın bağırsak dolunca güçlü bir sağınma dalgası, dışkı kütlesini göden bağırsağına geçirir. Dışkılama sırasında, göden bağırsağı kasılarak dışkı kütlesini makata doğru iter.
Karaciğer
Yaşamın devamı için gerekli birçok fizyolojik olayın merkezidir. İç organlarımızın en büyüğüdür. Kırmızı-kahverengidir. Oldukça sert kıvamlıdır, kolay yırtılabilir. 1,5 kg. ağırlığındadır. Ayrıca 800-900 gr. kan depolar. Üzerinde safra kesesi bulunur.
Başlıca görevleri:
Bir iç salgı bezidir: Salgıladığı maddeyi kana verir.
Bir dış salgı bezidir. Hücreleri tarafından salgıladığı safrayı (yağların sindirimine yarar), safrakesesinde toplar ve oradan sindirim borusuna döker.
Karaciğer, gerçek bir kimya fabrikası’dır. Bütün metabolizmaların kumanda merkezidir. Karbonhidratlar, glikoz aracılığı ile insan bedenini oluşturan hücrelerin başlıca enerji kaynağıdır. Örneğin beyin hücreleri, yalnızca glikozla beslenebilirler. Hücrelere yeterli miktarda glikozu götüren kandır.
Karaciğer; kan glikoz düzeyinin düzenlenmesinde önemli rol oynar. Kanın glikoz düzeyi sabit olmalıdır. Normalde 1 gr/lt. (%90-110 mg.)’dır. Kan şekeri düşerse kana glikoz verir. Oruç gibi hallerde dışarıdan olmadığı zaman karaciğer, şekeri; ya glikojen depolarından alacak ya da başka maddelerden şeker yapacaktır. Kan şekeri yükselirse bir bölümünü alır ve depo eder.
Diğer bir ifadeyle karaciğer, kandaki şekeri sabit tutar. Bu görevini ya bağırsaktan gelen şeker fazlasını glikojen halinde depo ederek ya da bu glikojeni glikoz haline getirip, gerektiğinde kana geri vererek yerine getirir. Sindirilmiş şekerlerin çoğunluğu ekmek, sebzeler, tatlılar ve diğer şekerlemelerdir.
Protein metabolizmasına bağlı olarak amonyak sorunu ortaya çıkar. Besinlerin sindirimi ve proteinlerin yıkımı, kanda amonyak belirmesine yolaçar. Bu madde, özellikle sinir hücreleri için bir çeşit zehirdir. Karaciğer, kanda dolaşan bu amonyağı yakalar, başka moleküllerle birleştirerek böbrekten atılan üre haline getirir.
Yağların sindirimine yarayan safra; tuzlardan oluşur. Safra, karaciğerin parçaladığı veya bileşik yaptığı maddeleri de kapsar. Böylece karaciğer, artık maddelerini safra ile sindirim sistemine vermiş olur.
Karaciğer, yağların ve proteinlerin metabolizmasında da önemli rol oynar. Protein sentezi yapılmadığında aminoasitler kullanılamaz ve kandaki, sidikteki miktarları artar. Kan hücreleri; karaciğerde tahrip edilir ve yenilenir.
Demiri tespit edip depo eder, yeni alyuvarlar yapımında kullanımını sağlar. K vitaminini etkisiyle, kanın pıhtılaşmasına yardımcı olur. D vitamini, cinsellik hormonları, kortizon gibi bileşiklerin metabolizmaları da karaciğer tarafından yönetilir. Karaciğer yaraları her zaman vahim, ekseri öldürücüdür. Daima ameliyat gerektirir.
İltihaplı Hastalıklar: Bir mikroptan veya zehirlenmelerden ileri gelir. Bunların genel belirtisi sarılıktır.
Müzmin İltihaplı Hastalıklar: Genellikle alkolden veya zehirlenmelerden ileri gelir. Bazen kendiliğinden ortaya çıkan sirozlardır.
Urlu Hastalıklar: Doğrudan karaciğerde oluşan kanser.
Görev Yetmezliği: Karaciğerin bütün fonksiyonlarını veya bir kısım fonksiyonunu yerine getirememesidir.
Bazı yiyecekler, karaciğerin iyi çalışmasına yardım ederler:
Brokoli, lahana, karnabahar, kırmızı turp, sarmısakikuru taneliler, soğan, yumurta ve sülfürce zengin yiyecekler, bulgur, kuru taneliler, folik asitçe zengin koyu yeşil yapraklı sebzeler, B12 vitaminince zengin hayvan ürünleri, yağsız yiyecekler.
Böbrekler
Omurganın iki yanında fasulye biçimindedirler. Kırmızı renktedir. Böbrek, bir temizleyici süzgeç ve özellikle de seçici, düzenleyici bir organdır. Organizmanın dışarı atması veya saklaması gerekenleri seçer. Artıklar, zehirler ve fazla maddeler sidikle dışarı atılır.
Yararlı, gerekli ya da vazgeçilmez öğeler tutulup, yeniden organizma dolaşımına katılır. Böylece böbrek, günde yaklaşık 180 lt. su ve 600 gr. tuzu kandan ayırdıktan sonra yeniden geri emer.
Glikoz, normalde bütünüyle geri emilir. Sağlıklı kişide sidiğe glikoz geçmez. Sodyum klorür, kalsiyum ve fosfatlar %90 geri emilir.
Böbrek, diğer organlarla, özellikle akciğerle birlikte kanın asit-alkali dengesinin korunmasına katkıda bulunur. Kanın PH değeri 7,30 - 7,45 arasında oynar. 7,00′nin altında ve 7,80′in üzerinde yaşam olanaksızdır.
Protein sentezi yapılmadığında, aminoasitler kullanılamaz ve kandaki, sidikteki miktarları artar. (kan protein düzeyi normalde %7 - 8 mg. dır.)
Böbrek, kan basıncını düzenleyen başlıca sistemlerden biridir. Süzme işlemini, yumacık yerine getirir. Kan ortalama dakikada 4 lt. (günde 3760 lt.) kanı organizmaya dağıtır. Böbreğe, günde 1700 lt. den çok kan gelir (dakikada 1,2 lt.). Bunun %10′unundan çoğu yumacık tarafından süzülür. Yumacıkların en fazla temizleme yeteneği, günlük 180 lt. dir. Sonuçta 1 - 1,5 lt. sidik ortaya çıkar.
İşeme isteği, sidik torbasındaki sidiğin basıncıyla uyanır. Bu istek, genellikle 300 mlt. den sonra kendini gösterir. Erkek, bulbokavernöz kasının kasılmasıyla sidik çıkarmayı istemli olarak durdurabilir. Kadında bu kas bulunmadığından sidik çıkarma aniden kesilir.
Kategori: Anatomi | Yorum Yok »
Pazar, 04 Kasım 2007
Beyin, omurgalılarda, kafatası boşluğunun içinde yer alan ve merkez sinir sisteminin ön bölümünü oluşturan, yoğunlaşmış sinir dokusu. Duyular aracılığıyla alınan verilen birleştirip bütünleyerek, bu uyarılara yanıt niteliğindeki hareketleri yöneten, bu neden-le temel içgüdüsel etkinliklerde çok önemli bir rol oynayan beyin, üstün yapılı omurga-lılarda aynı zamanda öğrenme merkezidir.
Omurgasızların beyni, bir dizi sinir kordo-nunun ön ucunda kümelenmiş sinir hücrele-rinden, omurgalıların beyni ise omurili-ğin ön bölümünün iyice genişlemesinden oluşur. Gelişmemiş omurgalıların beyni, böyle bir genişleme göstermediğinden, daha çok bir boruyu andırır; bu hayvanların beyni ile daha üstün yapılı omurgalı embri-yonlarının erken gelişme evrelerindeki beyni arasında oldukça büyük bir benzerlik göze çarpar.
Gelişmemiş omurgalıların beyninde üç bölge ayırt edilir: Arka beyin ya da art beyin (rombensefal), orta beyin (m~zen-sefal) ve ön beyin (prozensefal). Üstün yapılı omurgalılarda, embriyonun gelişmesi sırasında beyin önemli değişiklikler geçirir-se de, bu üç bölge arasındaki ayrım sonuna değin korunur. Ancak, embriyonun geliş-mesi sırasında orta beyin olduğu gibi kalır-ken ön beyin ve arka beyin ikişer alt bölüme ayrıldığından, beyinde beş bölgeli bir yapı ortaya çıkar: Arka beyin, beyinciği oluştu-ran metensefal ile soğaniliği (soğancık ya da omurilik soğanı) oluşturan miyelensefal bölgelerine,ayrılır; ön beyinden ise, beyin yarımkürelerini oluşturan telensefal (büyük beyin) ile talamus ve hipotalamusu oluştu-ran diensefal bölgeleri doğar.
Beyni, beyin yarımküreleri ve beyin sapı olmak üzere iki büyük bölüm halinde incelemek anatomi açısından büyük kolaylık sağlar. Bu incelemede, diensefal (talamus ve hipotalamus), mezensefal (orta beyin), meten-sefal (Varol köprüsü ve beyincik) ve miye-lensefal (soğanilik) bölgeleri beyin sapı içinde sayılır.
Beyin sapı içindeki oluşumla-rın en önemlilerinden biri olan ve embri-yondaki arka beyin bölgesinden türeyen beyincik, dengenin ve kas hareketlerin-deki eşgüdümün sağlanmasından sorumludur. Soğanilik ise, omurilikten gelen sinyalleri beynin daha yukarıdaki bölgelerine iletir; ayrıca kalp atışı ve solunum gibi otonom sinir sistemi işlevlerini yönetir.
Üst bölümü, embriyonun ilk evrelerindeki ve gelişmemiş omurgalılardaki görme çıkıntısından türemiş olan orta beyin, balıklarda ve amfibyumlarda duyulardan gelen verilen birleştirme merkezidir. Kuşlarda bu işlevi orta beyin ve ön beyin birlikte üstlenir. Memelilerde ise orta beyin iyice küçülmüştür ve daha çok ön beyin ile arka beyin arasındaki bağlantıyı sağlar.
Diensefal bölgesinden doğan talamus, soğanilik ile beyin yarımküreleri arasında, demiryollarındaki makas ya da röle istasyonlarının işlevini üstlenir. Hipotalamus ise, cinsel güdüleni, hoşlanma, ağrı, acıkma ve susama duyumlarını, kan basıncını, vücut sıcaklığını ve iç organlara ilişkin öbür işlevleri denetleyen önemli bir merkezdir. Ayrıca hormon salgısının düzenlenmesinde de önemli görevler üstlenir; hipofiz bezinin ön bölümünün salgısını uyaran hormonları ve bu bezin arka bölümünde depolanıp salgılanan oksitosin ve antidiüretik hormon-ları üretir.
Soyoluş ve embriyonoluş evrimleri sırasın-da koku çıkıntısının bir parçası olarak gelişen telensefal, insan beyninde çok daha karmaşık işlevlerden sorumludur. İnsanda ve öbür gelişmiş omurgalılarda bu bölüm, kıvrımlı bir bozmadde kütlesi oluşturacak biçimde büyüyerek, beynin geri kalan bölümü üstüne yerleşmiştir. Beyin kıvrımlarının azlığı ya da çokluğu, bir ölçüde canlının vücut büyüklüğüne bağlıdır.
Karınca yiyen ve marmoset gibi küçük yapılı memelilerin beyinleri genellikle düz denecek kadar az kıvrımlı, balina, fil ve yunus gibi büyük memelilerin beyinleri ise çok kıvrımlıdır. Bu büyük memelilerden bazılarında, örneğin balina ve yunusta beyin kabuğundaki bozmaddenin çok ince olmasına karşılık, insanda ve insansı maymunlarda bozmadde genellikle daha kalın ve çok daha farklılaşmıştır.
Beyin yarımküreleri, önden arkaya doğru uzanan derin bir yarıkla birbirinden ayrılmıştır. Bu yarığın tabanında, iki yarımküre arasındaki iletişim bağlantısını sağlayan ve katı madde, nasırsı madde, beyin direği gibi adlarla anılan kalın bir sinir lifi demeti (corpus callosunı) bulunur.
Sinir lifleri soğanilikte ya da ender olarak. Omurilikte çaprazlanarak yön değiştirdikleri için, beynin sol yarımküresi vücudun sağ yanını, sağ yarımküresi ise sol yanını denetler. Her ne kadar sağ ve sol yarımküre birçok bakımdan birbirinin ayna görüntüsü biçimindeyse de, aralarında önemli işlevsel farklılıklar vardır. Örneğin birçok kişide konuşmayı denetleyen bölgeler sol yarımkürede, mekan algısını denetleyen bölgeler ise sağ yarımkürede bulunur.
Orta oluk (Rolando yarığı) ve yanal oluk (Sylvius yanığı) denen iki derin yarık, beyin yarımkürelerinden her birini alın yan kafa,şakak ve art kafa lopları olarak bilinen dört parçaya böler. Orta oluk, beyin kabuğunun hareket sinirlerinin uçlarını alan bölgesi (yarığın önündeki bölge) ile duyu sinirlerinin uçlarını alan bölgesini de (yarığın arkasındaki bölge) birbirinden ayırır.
İnsan beyninin ağırlığı, yaşa, boya, vücut ağırlığına, cinsiyete ve ırka bağlı olarak değişir. Beyin, erkeklerde ortalama ağırlığı olan 1.400 gr’a 20 yaş dolaylarında, kadınlarda ise ortalama ağırlığı olan 1.260 gr’a biraz daha erken yaşta ulaşır. Bu yaştan sonra her iki cinste de beynin ortalama ağırlığı her yıl bir gram kadar eksilerek, 75 yaşlarında, olgunluk döneminde eriştiği tepe değerinin onda biri kadar azalır. 20-70 yaşları arasın-da, insan beyninde her gün yaklaşık 50 bin sinir hücresinin (nöron) görev yapamaz duruma geldiği ya da yok olduğu tahmin edilmektedir.
Beyin kabuğu, beyin korteksi olarak da bilinir, beyin yarımkürelerinin, sinir sistemi-nin bozmaddesinden oluşan ve istemli hareketlerin denetlenmesinden, duyuların birleştirilip yönlendirilmesinden, yüksek düzeydeki zihinsel ve duygusal işlevlerin düzenlenmesinden sorumlu olan en dış katmanı. Beyin kabuğunu oluşturan hücreler, kesin sınırlarla birbirinden ayrılmamış altı kat-manda toplanır:
1) Moleküllü katman,
2) Tanecikli dış katman,
3) Piramidimsi dış katman,
4) Tanecikli iç katman,
5) Piramidimsi iç katman,
6) İğsi hücreler katmanı.
Her iki yarımküreyi örten beyin kabuğu, getirici sinir liflerinin dağılımına ya da daha derindeki sinir merkezleriyle bağlantılı olan götürücü liflerin kökenine göre de birkaç bölüme ayrılır. Bu ayrıma göre, kabuğun en önemli işlevsel bölümleri birincil hareket alanı, birincil duyul alanı, birincil görme alanı, birincil işitme alanı ve birleştirme alanlarıdır.
Birincil hareket alanı beynin ön bölümünde (alın lobu), orta oluğun ön duvarında bulunur. Vücudun karşı yanındaki iskelet kasları buradan yönetilir. Birincil duyu alanı beynin yan kafa bölümünde yer alır ve deriden, kaslardan, eklemlerden, kas kirişlerinden gelen duyular talamus aracılığıyla bu alana ulaşır. Burada da, hareket alanındaki gibi, vücudun çeşitli bölgelerine karşılık düşen özel bölgeler vardır.
Duyu alanının yıkımı, duyuların algılanmasını azaltır ama tümüyle yok etmez; çünkü, ağrı gibi bazı önemli duyumlar talamusta bilinç düzeyine ulaşır. Birincil görme alanı, beyin kabuğunun art kafa bölümündeki mahmu-zumsu yarıkta bulunur; bu alanın yıkımı görme bozukluklarına, hatta yitimine yol açar. Birincil işitme alanı şakak bölümünde, yanal beyin yarığının tabanında bulunur ve yıkımı orta derecede sağırlıkla sonuçlanır.
Çeşitli hareket ve duyu alanlarıyla bağlan-tılı olan birleştirme alanları, üstün yapılı omurgalılarda beyin kabuğunun çok büyük bir bölümünü kaplar. Birincil duyu alanlarının yakınındaki birleştirme alanlarının görevi, duyulardan gelen uyarıları görüntülemek ve anlamlandırmaktır. Alınan uyarılar önceden yaşanmış deneyleri ve anılan çağrıştırdığında, uyarılan veren nesne ya da olgu tanınır.
Karmaşık istemli hareketlerin yapılabilmesi için, önce hareket planının tasarlanması, sonra bu planın birleştirici sinir lifleriyle hareket alanlarına aktarılması gerekir. Konuşma işlevinde de karmaşık hareket ve duyu birleştirme mekanizmaları söz konusudur.
Beyin olukları, beyin yarıkları olarak da bilinir, beyin yarımkürelerinin dış yüzeyin-de, beyin lopları denen çeşitli anatomik bölgeleri birbirinden ayıran derin yarıklardır. Bu oluklar, insan beyninin en işlevsel bölümü olan beyin kabuğunun alanını artıracak biçimde, beyin yüzeyinin katlanıp kıvrımlaşmasından ileri gelir.
Beyin oluklarının en belirginleri şunlardır: Alın ve şakak lopları arasındaki yanal oluk ya da Sylvius yarığı; alın ve yan kafa loplan arasında, birincil hareket ve duyu alanlarını birbirinden ayıran orta oluk ya da kolando yarığı; beyin kabuğunun görme alanını barındıran art kafa lobundaki mahmuzumsu yarık; yan-kafa ve artkafa loplarını ayıran yan kafa, art kafa oluğu; beyin yarımkürelerini beyincikten ayıran enine oluk ve yalnızca nasırsı (katı) madde aracılığıyla aralarında bağlantı kalacak biçimde, iki yarımküreyi hemen hemen bütünüyle ayıran boylamasına oluk.
Beyin-omurilik sıvısı, beyin karıncıklarını ve omurilik iç kanalını dolduran, ayrıca bu oluşumların çevresini sararak sürtünmeleri engelleyen ve darbelerden koruyan duru, renksiz sıvı. Beyin omurilik sıvısı daha çok beyin karıncıklarında oluşur, beyin sapındaki kanaldan aşağıya doğru akar ve çevredeki doku boşlukları tarafından emilerek merkez sinir sisteminden ayrılır.
Normal bir yetişkinin vücudunda 100-150 mI kadar beyin-omurilik sıvısı vardır. Beyin omurilik sıvısı daha çok mekanik işlevler üstlenir: Beynin ağırlığını taşır; beyin ve omuriliği çevreleyen zarlar ile kafatası kemiklerinin iç yüzeyini döşeyen zarlar arasındaki sürtünmeleri azaltmak için yüzeylere kayganlık kazandırır; başa sert bir cisim çarptığında, darbenin etkisini dağıtan bir tampon işlevi görür. Ayrıca, sinir sistemi içinde çeşitli maddelerin taşınması, örneğin metabolizma artıklarının, antikorların, hastalık ürünü olan çeşitli maddelerin beyin ve omurilikten kan dolaşımına aktarılması, bazı ilaçların sinir sistemi dokularına ulaştırılması da beyin omurilik sıvısı aracılığıyla olur.
Beyin sapı, tümbeynın (ensefal), beyin yarımkürelerinin altında kalan ve orta beyni, Varol köprüsünü ve soğaniliği içeren bölümü. Anatomi incelemelerinde çoğu kez, talamus ve hipotalamusu içeren ara beyin ile gene art kafa çukurunda, beyin sapıyla aynı kesimde bulunan beyincik de bu bölümden sayılır.
Ara beyin (diensefal) ve orta beyin (mezensefal) bölgesine üst beyin sapı, Varol köprüsü ile soğaniliğe alt beyin sapı denir. Beyin sapının ayrı bir birim olarak kabul edilmesinin temel nedeni, refleks hareketlerin, duyu ve hareket iletisinin denetlenmesinde, vücudun iç orta-mının düzenlenmesinde ve sinir sisteminin geri kalan bölümünün eşgüdümünde çok özel işlevler üstlenmiş olmasıdır.
Beyin yarımküreleri ile omurilik arasında yer alan ve beynin bu farklılaşmış bölgeleriyle bağlantısı olan beyin sapı, bu yapılardan her ikisiyle de bazı benzerlikler gösterir. Beyin sapı, giren sinirler aracılığıyla duyusal izle-nimlerin alınıp biriktirilmesinden sorumlu olduğu gibi, deri ve kaslara giden hareket sinirlerinin, ayrıca göz, kulak, burun gibi duyu organlarına giden kafatası sinirlerinin büyük bölümü de beyin sapından çıkar.
Beyin yarımküreleri, kafatasının üst kesiminde beynin en geniş bölümünü oluşturan, boylamasına derin bir yarıkla iki parçaya ayrılmış, çok kıvrımlı sinir dokusu kütleleri. Sağ ve sol yarımküreler arasındaki tek bağlantı, altta, yarığın tabanında uzanan ve nasırsı ya da katı madde (corpus callosum) denen geniş bir sinir demetidir.
Yarımkürelerin en dış katmanı olan beyin kabuğu ya da korteksi, daha çok sinir hücrelerini ve destek hücreleri içeren bozmaddeden, iç katmanları ise sinir hücrelerinin uzantıları olan aksonları ya da sinir liflerini içeren akmaddeden ve bazal gangliyonlardan yapılmıştır.
En üst düzeyde zihinsel ve duygusal işlevlerden sorumlu olan beyin yarımkürelerinin en ilginç özelliklerinden biri, her yarımkürenin, beyin kabuğunca yönetilen bu işlevleri, öbür yarımkürenin etkisini bastırarak denetim altına alma eğilimidir. Bu baskınlık özellikle konuşma alanında kendini belli eder; sağ elini kullanan kişilerde konuşma etkinliği sol yarımkürenin denetimi altındadır.
Baskın ve baskın olmayan terimleri aslında biraz yanıltıcıdır; bir anlamda, insanların iki beyinli olduğu söylenebilir: Baskın denen yarımküre sözlü anlatımda ön plana çıkarken, öbür yarımküre de yüzlerin anımsanması gibi karmaşık algılama olaylarında baskınlığını gösterir.
Beyin zarları, menenj ya da meninksolarak da bilinir, beyni ve omuriliği saran üç zarsı kılıf: İnce zar (pia mater), örümceksi zar (arachııoidea ya da araknoit) ve sert zar (dura mater). Beyin karıncıklarını ve örümceksi zar ile ince zar arasındaki boşluğu beyin-omurilik sıvısı doldurur. Beyin zarlarının ve beyin-omurilik sıvısının temel işlevi merkez sinir sistemini korunaktır.
İnce zar
İnce zar, doğrudan doğruya beyin ve omurilik yüzeyine değen ve bu yapılara sıkıca yapışmış, olan iç örtüdür. Lifli dokudan yapılmış, çok ince bir zar olan bu örtünün dış yüzeyi, sıvıları geçirmediği sanılan yassı ve çokgen hücrelerden oluşmuş bir katmanla kaplıdır. Beyne ve omuriliğe giden kan damarları ince zarı delerek geçer. İnce zar bu damarlarla birlikte beynin derinliklerine doğru ilerler ve kan damarlarıyla arasında küçük bir boşluk bırakarak. sinir dokusuna sıkıca yapışır.
Örümceksi zar
İnce zarın üstünde yer alan bu ikinci zar ile ince zar arasında, örümceksi zar altı aralık denen bir boşluk bulunur. Son derece ince, saydam ve kolayca örsele-nebilen bir doku olan örümceksi zar da lifli dokudan yapılmıştır ve ince zar gibi, büyük olasılıkla sıvıları geçirmeyen yassı ve çok-gen hücrelerden oluşmuş bir katmanla kaplıdır. Yalnız, örümceksi zar, ince zardan farklı olarak, beyin yüzeyindeki bütün girin-ti ve çıkıntıları izlemez; bu özelliğiyle, sinir sisteminin yüzeyi ile duvarları arasında bazen dar, bazen geniş boşluklar bulunan bol bir torba gibi düşünülebilir.
Sert zar
Üç beyin zarının en dışta bulunanı, kalın, sağlam ve yoğun lifli dokudan oluşan sert zardır. Bu zarın iç yüzeyi, ince zarın ve örümceksi zarın yüzeyindekilere benzeyen yassı, çokgen hücrelerle kaplıdır. Öbür iki zardan çok daha karmaşık bir düzeni olan sert zar, basit bir tanımla, örümceksi zarı saran ve çok çeşitli işlevleri yüklenebilecek biçimde değişikliğe uğramış olan bir kesedir.
Sert zarın kafatası içinde kalan bölümü, beyin dokularından aldığı kanı kalbe taşı-yan büyük toplardamar kanallarını (sinüsleri) çevreler ve destekler. Ayrıca, ara bölme denen çok sayıda çıkıntıyla beyne de destek olur.
Kategori: Anatomi | Yorum Yok »
Pazar, 04 Kasım 2007
Bütün memeliler arasında yalnız insanın başı, ensesi ve şakakları, vücudun geri kalan kısımlarında çıkan kıllardan farklı kıllarla örtülüdür.
Saç, tırnaklarınkine ve derinin koruyucu tabakasına benzeyen boynuzsu bir maddeden meydana gelir. Başlıca iki bölümü vardır: kök ve sap. Saçın tek canlı öğesi olan kök, saçlı deriye gömülüdür ve yaklaşık olarak ayda bir santim kadar büyüyen sap kısmı buradan çıkar. Yaş ilerledikçe saçlar beyazlaşır (ağarma) ve yavaş yavaş dökülerek sonunda bazen büsbütün yok olabilir (dazlaklık).
Saç sıklığı, santimetre kareye yaklaşık 175 ile 300 arasında değişir. Erişkin insan günde 35-100 arası, çocuk 90 ve ihtiyarlar ise 120 saç döker. Saçlar kışa göre yazın ve gündüze göre geceleyin daha çabuk uzar.
Kategori: Anatomi | Yorum Yok »
Pazar, 04 Kasım 2007
Ağızda bulunan, besinleri ısırmaya ve çiğnemeye yarayan, küçük kemik parçaları.
İnsanlarda ve hayvanlarda dişlerin başlıca görevi, besinleri kesip parçalayarak ve çiğneyerek sindirimi kolaylaştırmaktır. Bazı hayvanların dişleri birbirinin eşidir (yunusbalığı), ama insanda böyle değildir, insanın ağzında dört çeşit diş vardır: sekiz tane yassı kesici diş, dört tane sivri köpekdişi, sekiz küçükazı ve on iki büyükazı.
Çocuk doğduğu zaman dişsizdir. Sonra dişler iki aşamada gelişir. Çocuk 5-6 aylık olunca geçici dişler çıkar (süt dişleri), giderek sayısı yirmiyi bulan bu dişler yavaş yavaş düşer (6 ile 12 yaş arasında), yerine daimi ve eksiksiz, ikinci dişler çıkar (o-tuz iki tane). Bunlar düşse de yerine yenisi çıkmaz.
Çiğneme sırasında bazı yemek artıkları dişlerin arasında kalabilir; bakteriler bu yemek artıkları içinde gelişir ve dişlerde doku bozukluğuna (çürükler) sebep olabilir, bu da bazen çok ciddi bir hal alır ve sancı verir. Bunun için dişleri çok muntazam olarak fırçalamak (her yemekten sonra) ve hiç olmazsa yılda bir defa dişçiye muayene ettirmek kesinlikle gereklidir. Diş bakımında fazla sıcak ve fazla soğuk besinleri ağıza almamanın, fındık, ceviz gibi meyveleri dişle kırmamanın da önemi vardır.
Dişin yapısı.
Kategori: Anatomi | Yorum Yok »
Pazar, 04 Kasım 2007
Ağız boşluğunda bulunan ve kaslardan oluşan organ.
Dilin ön kısmı serbest, arka kısmı altçene kemiğine bitişiktir. Çizgili kaslardan oluşan bu organ çok hareketlidir; çiğneme, yutma ve konuşma eylemlerinde önemli rol oynar. Dilin üstü çeşitli büyüklükte kabarcık ve memeciklerle kaplıdır. Bunların dipleri çanak gibi çukurdur. Çukurların kenarlarında tat alma hücreleri bulunur. Onun için dil aynı zamanda bir tat alma organıdır. Bunun sonucu olarak dil aldığı tada göre bir salgı refleksi ile tükürük bezlerini de harekete geçirir.
NASIL TAT ALIRIZ?
İnsan ancak suda eriyen maddelerin tadını duyabilir. Erimeyen maddelerin (demir, bakır, altın, su v.b.) tadı yoktur. Tükürükle eriyen maddeler tat alma hücrelerini etkileyerek uyartır. Bunlara bağlı olan tatma sinirleri uyartıyı beyne iletir. Böylece insan o maddenin tadını almış olur.
Dil başlıca dört çeşit tat ayırt eder: tatlı, tuzlu, acı ve ekşi. Dilin ucu tatlıyı, kenarları tuzluyu, arka kısmı acıyı, orta kısmı da ekşiyi daha çok duyar. Dil normalken pembe ve nemlidir. Vücut fazla su kaybettiği zaman ve bazı ağır akciğer hastalıklarında «kuru» olur.
Kategori: Anatomi | Yorum Yok »
Pazar, 04 Kasım 2007
Vücudu saran ve dokunma organını oluşturan koruyucu zar.
Dokunma duyusu organı olan deri vücudun üstünü kaplar. Doğal deliklerin içi, sindirim ve solunum organlarının iç ve dış yüzleri de mukoza denilen yalınkat bir deriyle kaplıdır. Derinin üstünde kıllar ve gözenek adı verilen çok küçük delikler bulunur.
DERİNİN YAPISI
Deri üstderi ve altderi diye iki kısma ayrılır. Altderinin altında da derialtı dokusu denilen yağlı bir tabaka yer alır. Bu tabaka derinin kaslar ve kemikler üstünde kaymasını sağlar. Bundan yararlanılarak hayvanların, derisi kolayca yüzülebilir.
Üstderi’nin kalınlığı bir milimetrenin onda biri kadardır. Üst kısmı cansız (boynuzsu tabaka), alt kısmı canlıdır. Üstteki ölü hücreler aşınıp döküldükçe alttan yeri doldurulur. Malpigi tabakası da denen canlı kısımda deriye rengini veren boya maddeleri bulunur.
Altderi esnek ve dirençlidir. Kılcal kan damarları, sinir uçları, kıl kökleri, ter ve yağ bezleri bu kısımda bulunur. Kılın gövdesi cansız, fakat kökü canlıdır. Kıl günde ortalama 0,2 mm kadar uzar. Kan dolaşımı arttıkça kılın büyümesi de hızlanır. Kötü beslenme ve kötü kan dolaşımı kılların dökülmesine yol açar. Bazı hastalıklar da kılların dökülmesine sebep olur (kellik, saçkıran v.b.).
Kılların beyazlaşması ise kıl soğanındaki boya maddelerini akyuvarların yok etmesinden ve mikroskopik hava kabarcıklarının kıla yerleşmesinden ileri gelir. Her kılın dibinde bir irkilme kası vardır. Soğuk ve korku gibi etkenler bu kasın kasılmasına ve kılın dikleşmesine sebep olur. Kılların dibinde bulunan salkım biçimindeki bir yağ bezi durmadan yağlı bir sıvı salgılar. Bu yağ deriyi ve kılları yağlayarak sudan korur.
DERİNİN DUYARLILIĞI
Deri dokunma organıdır. Dokunma, basınç, sıcak, soğuk ve acıyı algılar. Altderide bulunan sinir uçlarına bağlı duyu cisimciklerinin kimi dokunmayı, kimi basıncı, kimi sıcağı, kimi soğuğu, kimi acıyı alır. Geniş yüzeyi ve büyük duyarlığıyla deri vücudumuzun dış etkilerden korunmasını sağlar. Bu nedenle derinin bakımı ve korunması insanlar için büyük önem taşır.
Elin üstderisinden bir parça: kırışıklıklardan, ter deliklerinden ve ince kıllardan oluşan tabaka açıkça görülüyor. 75 kiloluk bir insanda, l metrekare kadar yer tutan, 3 kg ağırlığında deri bulunur. Kalınlığı 1,5-3 mm arasındadır. Rengi ve görünüşü, cinsiyete, ırka, iklime, yaşa v.b. göre değişir.
YANIKLAR
Yanıklar, derinin en sık uğradığı kazalardır. Derinliğine göre üç dereceye ayrılır: birinci derece yanık, hafif bir yanıktır (güneş yanığı gibi); ikinci derece yanık, deride içi saydam bir sıvı dolu kabarcıklar oluşur, iz bırakabilir; üçüncü derece yanık, çok ciddidir, hem üstderiyi, hem altderiyi zedeler ve deri naklini gerektirir.
ERGENLİK
Erinlik döneminde bazen sivilceler yüzü, omuzları ve gövdenin üst kısmını kaplar. Bu çıbanın niteliği henüz belirlenmemiş ise de, sindirim ve hormon bozuklukları yüzünden çıktığı sanılmaktadır. Yerel tedavi (losyonlar sürülmesi) veya daha genel (beslenme sağlığına dikkat) bir tedavi uygulanır ve genellikle erişkin yaşta geçer.
Derinin üç tabakası ve bir kılın deriye gömülüşü.
Kategori: Anatomi | Yorum Yok »
Pazar, 04 Kasım 2007
İdrar salgılayan organlar.
Üzerlerinde böbreküstü bezlerinin yer aldığı iki böbrek, omurganın her iki yanında, bel bölgesinde bulunur. Kırmızımtırak-esmer renkte, iri fasulyeleri andırır ve her birinin ağırlığı 120 ile 150 gram arasındadır. Her böbreğin içbükey kenarındaki göbek’ten, böbrek atardamarı girer ve böbrek toplardamarı ile sidik borusu çıkar.
KANIN TEMİZLENMESİ
Her böbrek sayısız sidik borusundan (böbrek başına 20 kilometre kadar uzunlukta) oluşur, bu borular, kılcal kan damarlarıyla sıkı bir ilişki halindedir. Kanın temizlenmesi, iki aşamada ve bunlar aracılığıyla gerçekleştirilir.
Doğal artıklar (yani su, madensel tuzlar, üre, ürik asit, üratlar) veya dış kaynaklı artıklar (ilaç kalıntıları) bu sidik borularına geçer, sidiği meydana getirir ve havuzcuk’ta birikir. Sidik, siyek’lerin periyodik kasılmasıyla sidik torbasına aktarılacaktır.
Sidik torbasında 500 ile 600 sm3 arası hacimde sıvı birikince, cidarlarının kas lifleri kasılır ve sidik boşaltma ihtiyacı kendini duyurur.
HAYATİ BİR ORGAN
Sürekli olarak kanın kimyasal bileşimini düzenleyen böbrek, hayati bir organdır. Böbrek nakilleri (bir ölüden veya gönüllü bir vericiden alınmış bir böbreğin başkasına takılması) veya böbreklerin işlemesinin tamamen veya kısmen durduğu zaman kullanılan suni böbrek bu nedenle çok önemlidir.
Üratların (ürik asit tuzları) böbrek taşları biçiminde, anormal olarak katılaşması, bir sidik borusunu tıkayabilir ve idrar boşaltma faaliyetine engel olabilir, aynı zamanda da, böbrek sancıları denilen, müthiş ağrı ve sancılara yol açabilir.
Böbreklerin ve boşaltım aygıtının şeması.
|
|
|
|
|